Pazar Şarkıları #16
Geldi aylardan Mayıs. Pazar Şarkıları #16 da…
Bilirsiniz, ’68 Paris’inden beri Mayıs, başkaldırının diğer adıdır. Yannis Ritsos, “Beklenmeyen bir silahtır / baş eğme korkusu” diye yazar Erotika‘sında. Mayıs, beklenmeyen o silahtır işte. Baş eğme korkusudur.
Fransız öğrenciler, aydınlar ve işçiler 1968 yılının 2 Mayıs’ında Paris sokaklarına döküldüklerinde dünyanın geri kalanı zaten kaynamaya hazır bir kazandı. Dünyanın en büyük terör örgütü Amerika Birleşik Devletleri -ya da rahmetli Hugo Chavez’in deyişiyle Birleşik Devletleri İmparatorluğu- Vietnam’ı komünistlerden temizleye ve bir sömürgesi haline getirmeye yemin etmişti. Lakin Ho Chi Minh önderliğindeki Vietnam halkının yemini, uğruna dövüştükleri toprağın ve emeklerinin ateşiyle harlanmıştı. “Ho! Ho! Ho Chi Minh!” tezahüratlarının Asya’dan Birleşik Devletler’e, Birleşik Devletler’den Avrupa’ya, Afrika’ya yayılması uzun sürmedi.
Vietnam yalnız değildi: Bağımsızlığı için dövüşen Cezayir’den devrimini korumaya çalışan Küba’ya, ırkçılıkla mücadele bayrağını yükselten ABD’li siyahlara kadar dünyanın dört bir yanında başkaldırı ateşleri yanıyordu. Tüm dünyada gençler, aydınlar ve işçiler emperyalizm karşıtlığında birleşiyorlar, bir yandan da cinsel özgürlük gibi gündemler devrimci mücadelenin parçası haline geliyordu.
Anlayacağınız, 1968 Mayıs’ında başlayan tam bir başkaldırı curcunasıydı ve o curcuna bitimsiz bir şarkı gibi susmaksızın sokaklarımızı dolaştı, dolaşıyor. İşte bundan ki Pazar Şarkıları, Mayıs ayına sokakları darmaduman eden şarkılarla giriyor! The Stone Roses‘tan “Bye Bye Badman” ile başlıyor, The Rolling Stones‘tan “Gimme Shelter” ve “Street Fighting Man” ile devam ediyoruz. Jefferson Airplane‘den “Volunteers” ve The Clash‘ten “Washington Bullets” ile de kapanışı yapıyoruz.
Buyurun, Pazar Şarkıları #16’ya,
Keyifle dinleyip okuyasınız!
Not: Pek tabii, bugüne daha onlarca şarkı alabilirdik… ama hepsini birden tüketmeyelim bence. Onun yerine, Mayıs boyunca başkaldırının şarkılarını dinleyelim.
Haftanın Playlist’i
THE STONE ROSES – Bye Bye Badman (1989)
The Stone Roses’ın ilk albümü 2 Mayıs 1989 tarihinde yayınlandı, 1968 Paris Başkaldırısı’ndan tam 21 yıl sonra. Albümün kapağında üç renk var: “Özgürlük!” için mavi, “Eşitlik!” için beyaz, “Kardeşlik!” için kırmızı. Cumhuriyetin Fransız bayrağında ifade edilen eskimez ve bir gün elbet kavuşulur ideali. Bu üç rengin yanına bırakılmış limonlar ise o ideal için sokaklara dökülen gençlerin, aydınların ve işçilerin gözleri yaşarmasın diyeydi… ’68, limonun bir sebze olarak değil, bir başkaldırı aktörü olarak tarih sahnesine çıktığı ilk an olabilir.
The Stone Roses, 90’lı yılların en önemli gruplarından biriydi. Grupla aynı adı taşıyan bu ilk albümleri çıktığı gibi önce İngiltere’yi, sonra tüm Avrupa’yı ve dünyayı sallamıştı. O ara The Stone Roses, bir Beatles ya da Stones muamelesi görüyordu. Şaşırtıcı değil; nasıl olsun! John Squiere’in gitarında Jimmy Page’in kirli tınısı, Keith Richards’ın Kara ruhu ve dünyanın tüm funky sesleri buluşur. Mani’nin basgitarı insana İngiltere’nin tüm sokaklarını dolaştırır. Grubun vokali Ian Brown, ki Maymun Kral diye de bilinir, Adidas’a adına ayakkabı çıkartacak karizması ve kendine has vokal tarzının ötesinde müthiş bir söz yazarıdır. Reni ise Kara Kıta’dan el almış davulculuğunun yanı sıra geri vokallere katkısıyla grubun gizli kahramanıdır.
Meşhur bir gazetemizde, 90’lar brit-rock’ının laylaylomdan ibaret olduğunu falan yazan bir yazı yayınlamıştı üç beş yıl önce. Gerçi Elton John’un The Beatles üyeleri arasında sayıldığı bir yazıydı, o yüzden pek ciddiye almamak lazım ama o zaman bu yazıyı okuduğumda benim tepem fena atmıştı. Çünkü 90’lar brit-rock’ı dendi mi akla bir albüm gelecekse o da The Stone Roses (1989) olmalıdır ki bu albüm cümle rock’n’roll tarihinin müzikal açıdan olduğu kadar politik açıdan da en cüretkâr albümlerinden biridir! Sırf kapağındaki göndermeler ile değil… Kraliçesine, “Beni parçala, haşla kemiklerimi benim / Dinlenmeyeceğim asla / Tahtından olana dek o / Hedefim doğru, mesajım açık / Kapanıyor perde senin için / Ah benim sevgili Elizabeth’im!”* diyebilen kaç müzik grubu tanıdınız?
“Elizabeth My Dear” albümün en kısa parçasıdır, sanki ondan bir önceki parçanın, “Bye Bye Badman”in İngiliz topraklarındaki devam filmidir. “Bye Bye Badman” de aynı (hatta daha büyük) cüretkârlıkla başkaldırır. ’68 Paris’inin gaza boğulmuş sokaklarında, polis coplarını sırtınızda hissedersiniz; ama acıya teslim olmadıkça insanın umudu da artar. Bu yüzden sözler ne kadar sertse müzik de o kadar neşelidir. “Geliyor işte, yok aklında hiç soru kalbinde hiç sevgi / Sana taşlar fırlatıyorum adamım! / Seni istiyorum siyah ve mavi ve / Seni kana bulayacağım / Çökeceksin dizlerinin üstüne / Güle güle kötü adam, güle güle!”** gibi radikal sözler, bir panayır neşesiyle kulağımıza çalınır. Sanıyorum 1968 Mayıs’ı da protestocu bir genç için budur zaten. Onlar, en acımasız zamanlarda, bir neşe geçidiyle başkaldırmışlardır!
* “Tear me apart and boil my bones / I’ll not rest / ’till she’s lost her throne / My aim is true, my message is clear / It curtains for you / Elizabeth my dear!”
** Here he come, got no question, got no love / I’m throwing stones at you, man / I want you black and blue and / I’m gonna make you bleed / Gonna bring you down to your knees / Bye bye badman, oh bye bye!”
THE ROLLING STONES – Gimme Shelter (1969)
“Berbat bir gündü, dışarısı fırtınalıydı. Mount Sokağı’ndaki evdeydim, Londra’da inanılmaz bir fırtına kopmuştu, Robert’ın penceresinden dışarıya, şemsiyeleri ellerinden uçan ve deli gibi kaçışan insanlara bakıp sözlerin yansıttığı ruh haline girmiştim.” Rock’n’roll tarihinin en büyük şarkılarından birinin nasıl doğduğunu anlatmaya böyle başlıyor Keith Richards.
O dönem The Rolling Stones ve Keith Richards için ayrıca fırtınalı bir dönemdir, çünkü bir yandan Brian Jones’un gruptaki sonu artık gelmiş, bir yandan da Mick Jagger ile Keith Richards arasındaki ipler hafiften gerilmiştir. Çünkü Mick Jagger, Keith’in sevgilisi Anita Pallenberg’le takılmaktadır! Gerçi Keith de Anita ile Anita, Brian’la beraberken yakınlaşmıştır ama… burası Brezilya dizisine dönmeden konuya dönmek istiyorum!
Keith diyor ki: “Şarkı elbette diğer koşullarla birlikte daha mecazi anlamlar kazanıyor falan, ama o sırada, Aman Tanrım, sevgilim Mick Jagger’la küvette film çekiyor, diye düşünmüyordum. Düşüncelerim diğer insanların akıllarını meşgul eden fırtınalara odaklanmıştı, kendiminkine değil.”
O fırtınalar ki Martin Luther King Jr.ın vurulmasıydı, Vietnam’dı, Cezayir’di ve diğerleriydi… O fırtınalar ki insanlığın düşmanıydı. Etraf kan gölüne dönmüştü. “Tecavüz, cinayet, yalnızca bir kurşun uzakta”ydı.* Sığınacak bir liman… Tüm bu fırtınalardan uzak bir dünya! Herkes bunu arıyordu.
“Gimme Shelter” işte bu arayışı anlatır ve öyle sahici bir şarkıdır ki… Onu sadece kulaklarınızla değil, kalbinizle duyarsınız. Çünkü şarkı kaydedilirken o stüdyodaki herkes, sizin şimdi bu şarkıyı dinlerken duyduğunuzu duymuştur zaten. İnanmazsanız Merry Clayton’ın,”Rape, murder!” çığlıklarına bakın!
Aslında, Merry Clayton bu şarkıya apar topar katılmıştır. Grup şarkının kaydı için stüdyodadır, bir Los Angeles gecesi. Mick Jagger’a bir kadın vokalin eşlik etmesinin iyi olacağını düşünürler. Akıllarına Clayton gelir, hemen telefona sarılırlar… Merry Clayton birkaç saat sonra stüdyo kapısında görünür, üzerinde pijamaları vardır. “Haydi,” der, “başlayalım!”
İlk denemeden sonra bir de bir oktav yukardan söylemeye karar verir şarkıyı. Öyle de yapar. Şarkının 2. dakikasının 42. saniyesi ona ayrılmıştır, oradan itibaren bir vokal solosu vardır… Ona başlar, Aman Allah! 3. dakikayı iyi dinleyin: “Rape, murder!” diye bağırırken sesi öyle yırtılır ki, karnının deşildiğini sanırsınız. Nitekim Mick Jagger dayanamaz, “Huh!” diye haykırışı basar! Onun bu haykırışı, kayıtta da duyulmaktadır.
“Gimme Shelter”ın bu orijinal versiyonu dışında konser versiyonları da meşhurdur. Uzun yıllar The Rolling Stones konserlerinde vokallik yapan Lisa Fischer’ın yorumu da en az Merry Clayton’ınki kadar etkileyicidir. O, sesini yırtmaz; ama öyle güçlü haykırır ki, tarihin tüm fırtınalarını getirseniz yine de onu yıkamayacaklarına sizi inandırır.
Bu şarkı üzerine kitap bile yazılır ama bir yerde durmamız gerekiyor. Orası burası olsun. Fakat siz siz olun, “Gimme Shelter” dinlemeyi asla bırakmayın! Hoş, bir kere dinledikten sonra nasıl bırakacaksınız ki?
* “Rape, murder! / It’s just a shot away”
THE ROLLING STONES – Street Fighting Man (1968)
Bir akşam Oakland sokaklarında dolaşan bir el ilanında şöyle bir cümle görülmüş: “Zindanları yıkarak tutsakları özgürleştirir, fakirleri silahlandırırken rock and roll bandolarıyla sizin müziğinizi çalacağız sevgili Rolling Stones.”
Buna sebep olan bir şarkı varsa o da “Street Fighting Man” şarkısıdır. The Rolling Stones’un en iyi albümlerinden Beggars Banquet (1968)‘te yer alır “Street Fighting Man”. Zaten en iyi Stones şarkılarından biridir ve hiç kuşku yok ki en politiğidir.
Keith Richards, “Vietnam Savaşı olmasaydı, ‘Street Fighting Man’ de olmazdı. Bazı gerçekler içimize usulca sızıyordu,” diyor. “Street Figting Man” bir bilinçlenme şarksıdır; nitekim Londra’da 25.000 kişinin ABD’ye başkaldırdığı bir gösteriden doğmuştur. O 25.000 kişiden biri de Mick Jagger’dır. Kitle ABD Konsolosluğu’na yönelirken Mick Jagger gösteriden ayrılır ve evine doğru yola düşer. Eve vardığında ise kendisinin ayrılmasından az sonra ortalığın karıştığını, polisin korkunç saldırısıyla yüzlerce insanın yaralandığını ya da gözaltına alındığını öğrenir. Bir söylenceye göre de “Street Fighting Man” dönemin gençlik liderlerinden Tarık Ali için yazılmıştır. Nihayetinde öyle ya da böyle, 1968 sokaklarının curcunasını anlatan bir şarkıdır.
Tabii bu şarkıya ses olmuş Mick Jagger’ın yıllar sonra Margaret Thatcher adlı insanlık düşmanını övmesi de bu şarkı ne kadar güçlüyse o kadar acıdır!
JEFFERSON AIRPLANE – Volunteers (1969)
Malum, ’68 yalnızca Avrupa’da değil Birleşik Devletler’de de sokakları curcuna eyledi. Gençler sokaklarda ülkelerinin emperyalist saldırganlığını protesto ediyorlar, ihtiyarları afallatan bir karşıkültür ortaya koyuyorlardı. Çiçek çocuklar dendi, hippiler… Onların, silahların namlusuna çiçek bırakan pasifizmlerinin pek bir işe yaramadığı ortaya çıksa da dönemin bazı gruplarında devrimci bir tavır görmek de mümkündü. Jefferson Airplane bu gruplardan biri.
Forrest Gump (1994) filmininde de çalan “Volunteers” şarkısı, grubun 1969 tarihli Volunteers albümlerinde yer alır. Şarkının vokalinde Marty Balin vardır. Şarkı, kanı kaynayan bir delikanlı gibi coşkuludur. Zaten sözleri de, “Bir nesil ihtiyarladı, bir neslinse ruhu var / Bu neslin kalmadı tutunacak bir dalı!”* diye haykırır. Yoktur gençliğin elinde savaştan, ölümden, sömürüden başka bir şey ama annelerinde ve babalarında olmayan bir şeye sahiptirler: Rock’n’roll ile kaynayan bir ruhları vardır!
* “One generation got old, one generation got soul / This generation got no destination to hold”
THE CLASH – Washington Bullets (1980)
Hemen her punk grubu gibi The Clash de oldum olası politik bir gruptu. Fakat birçoğunun aksine onların politik durakları anarşizmden ziyade Latin Amerika sosyalizmiydi. Fidel’e, Che’ye sempati duyuyorlardı. En çok da Nikaragua Devrimi ve Sandinista Hareketi ilgilerini çekmişti. Öyle ki, 1980 yılında Sandinista! adında bir albüm yayınladılar. “Washington Bullets” işte bu albümden bir şarkı.
“Washington Bullets” doğrudan bir ’68 şarkısı olmasa da, o bitimsiz ’68 ruhunu taşır. Vaktinde her meydandan yükselen, “Ho! Ho! Ho Chi Minh!” seslerinin yerini “El pueblo unido jamas sera vencido!”* sesleri alırken Vietnam adı yerini Şili’ye bırakmıştır. Çünkü 1973 yılında Şili’nin sosyalist lideri Salvador Allende, Amerikancı bir darbeyle devrilmiştir. Son fotoğrafında, elinde tüfeği, yanında yoldaşlarıyla dövüşmeye koşmaktadır… Amerikan mermisiyle katledilir.
Şili’nin en ünlü ozanlarından Victor Jara da binlerce devrimciyle beraber Santiago Stadı’nda tutsak edilmiştir. Ama Nâzım’ın dediği gibi, “Mesele esir düşmekte değil / Teslim olmamakta bütün mesele!” Victor Jara teslim olmayıp o karanlık geceyi Allende’nin seçim şarkısı “Venceremos!”** ile yırtmaya kalkınca cuntacı askerlerce önce gitarı kırılmış, sonra da bir daha gitar çalamasın diye parmakları kırılmıştır. Sonra da oracıkta katletmişlerdir Victor Jara’yı.
İşte, “Washington Bullets” bunu anlatır. Washington mermilerine hedef olanları… Washington mermilerine göğüs gerenleri! Fidel Castro’yu anlatır. Sonra, albüm çıkmadan sadece bir yıl önce, 1979 yılında diktatör Somoza’yı devirerek Nikaragua Devrimi’ni başaran Sandinista Hareketi’ni selamlar.
Bununla beraber, 1968’in o sol çeşitliliğini yansıtır şekilde, şarkı Sovyetler’in Afganistan, Çin’in de Tibet müdahalelerini eleştirmeyi ihmal etmez.