Britanya’nın Bağımsız Plak Dükkanları ve Post-Punk Birlikteliği

ÇEVİRİ Büşra Marşan 

Yaklaşık kırk yıl ileri atlayıp bugüne geldiğimizde, post-punk plak kültürünün taze idealizmi maalesef artık bizimle değil. Fakat ne mutlu ki mirası hâlâ aramızda.

Yıl 1980, yer Notting Hill, Londra. 202 Kensington Park Yolu’ndaki hakiki Rough Trade plak dükkanındasın. Şu anda olduğun yerde iki sene önce David Bowie dikiliyor, en tuhaf 7” indie plaklar içinden titizlikle seçtiklerini satın alıyordu. 

Bir tarafında kendi ağırlığı altında çöküverecekmiş gibi duran raftaki fanzinlerin başlıkları gözüne çarpıyor: Manchester’ın City Fun’ı, gotik Panache ve Rock Against Sexism’in dergisi Drastic Measures. Kapağında bir çizgiroman var; karakterler X Ray Spex, Siouxsie and the Banshees ve The Slits şarkılarının sözleriyle konuşuyor.

Joy Division’ın ikinci ve son uzunçaları Closer, vitrinin şeref köşesinde. Dükkan her zamanki gibi hareketli olsa da plağa bakan insanların yüzlerindeki kasvetli ifadeyi yakalayabiliyorsun. Albümün vitrindeki varlığı, grubun solisti Ian Curtis’in sadece iki ay önce kendi canına kıydığını anımsatıyor.

Kasaya ulaştığında bakışlarını yukarı kaldırıyorsun ve bundan gergin bir haz alıyorsun. The Raincoats’un basçısı Ana da Silva, uzattığın parayı gülümseyerek alıyor ve seçimlerini onayladığını anlatan bir bakış atıyor: radikal dub-reggae şairi Linton Kwesi’nin plakları, deneysel noisenik This Heat ve kapağındaki sevimli kedi illustrasyonlarıyla gözüne takılan bir Orange Juice teklisi. The Raincoats’un güzel, inişli çıkışlı Odyshape’ine stüdyoda son dokunuşları bizzat da Silva yapmıştı.

Bu bağımsız plakçı kültürünü post-punk ne sıfırdan yarattı ne de bu tarz mekanlarla özdeşleşen alt kültür aidiyeti hissinin ve hareketliliğin tek sorumlusuydu. 1970’lerin başında, Richard Branson’ın küresel şirketler grubu Virgin, hayatına alternatif insanların toplandığı bir hippie plakçı olarak başladı. Rough Trade’in 1976’da açılacağı yerin hemen köşesindeydi. Çok geçmeden Virgin ulusal bir zincire dönüştü ama her nasılsa o cool aurasını korumayı başardı.

Bu dükkanlar, yeni yeni gelişen sahnelerin şekillendiği yerler oldu. The Fall’un ve Blue Orchids’in Martin Bramah’sı, Sex Pistols’ı destekleyen punk efsanesi Buzzcocks’ı 1976’da Manchester’daki Lesser Free Trade’de ilk defa gördüğü zamanı hatırlıyor. Solist Howard Devoto’ya bakıp, “Ah, hep Virgin Records’ta gördüğüm o eleman,” diye düşündüğünü de.

Rough Trade’in kurucusu Geoff Travis; karşı kültür, punk’ın yolunu açmadan hemen önce aklında pek çok idealist fikirle işe başladı. Punk’ın kendin yap ruhuyla yenilikçi siyaseti buluşturan Travis ve daha niceleri, büyüyen ve gelişen bir müzik üretimi ve tüketimi kültürünün var olmasını kolaylaştırdılar. 

Rough Trade; post-punk müzik şirketlerinin, dağıtımcılarının ve plak dükkanlarının ‘indie’ ağının merkezi oldu. Bu ağ, şehir merkezlerinden taşraya kadar uzandı. Herkese onların da katılabileceğini hissettirdi. Ev yapımını fanzinler ve yeraltı dergileri ülkenin her yanına uzanan yollar buldukça insanlar sadece müzikle değil, matbaayla da iletişim kurmaya başladı. Bu medyanın sayfalarında hararetli fikir yazıları müziğin maddeleştirdiği karşı kültür hissiyatının şiddetini arttırdı.

Yaklaşık kırk yıl ileri atlayıp bugüne geldiğimizde, post-punk plak kültürünün taze idealizmi maalesef artık bizimle değil. Fakat ne mutlu ki mirası hâlâ aramızda.

Yaşadığım yerde, Manchester’da, Piccadilly Records gibi dükkanlar hala alt kültürdeki hareketliliğin merkezi. Yerel, ulusal ve global sanatçıların sound’larından oluşan geniş bir palet, hem çalışanların hem de müşterilerin seçimlerinden oluşuyor. Post-punk’ın müpheme, sınırları zorlayan mağluplara duyduğu çekimin bir yansıması olarak; başka şartlar altında kimsenin radarına takılmayacak müzikler tanınıyor ve övülüyor.

Kasadaki Ana da Silva değil de yeni, muhteşem ama yine de gözden kaçan bir müzik grubunun üyesi de olabilir pekala. Bir noktaya kadar bu, başka şartlar altında sadece uzaktan, tüketici olarak katılacağınız kültüre sizi organik olarak bağlıyor.

Pek çok bağımsız müzik dükkanı gibi Piccadilly de stoklarının çoğunu plakların doldurduğu yeni bir satış modeline geçti. 2017’de Birleşik Krallık’taki plak satışları son 25 yılın en yüksek rakamlarına ulaştı. Benim düşüncem, insanları çeken şeyin bu formatın yalnızca fizikselliği (güven veren ebatı, ağırlığı ve göze görünür özgünlüğü) olmadığı yönünde. Bu özelliklerin yanı sıra, gitgide daha da yabancılaşan bir toplum içinde bir kültüre aidiyet hissinin getirdiği tatmin de insanları plak formatına çekiyor. Alternatif bir plak dükkanı, her türden heyecan verici gelişmeye gebe yüz yüze görüşmelerin merkezidir. Ayrıca farklı dünyalara, farklı insanlara ve hem çevrimiçinin hem de sanalın hakim olduğu bir dünyadaki farklı fikirlere açılan fiziksel bir kapıdır.

Plak dükkanlarının dertleri de yok değil. Dünyada git gide popülerlik kazanan Plak Dükkanı Günü, kendi başarısının bir kurbanı oldu. Alternatif müzik kültürüne bir methiye olarak satıldı ama bağımsız müzik şirketlerinin çekingen, küçük siparişlerinin de önünü kesti. Kitlelerin satın alacağı garanti olan klasik albümler ısıtılıp ısıtılıp servis edildi. Müzik yazarı Simon Reynolds; pahalı, kocaman, nakite çevirileceği kesin kutu setlerin yükselişiyle müziğin geçmişinin tüketilmesinin yasını tutuyor.

Plak kültürünün bu güven veren tanıdıklığı; müzikte, alt kültürde ve siyasette yeni birleşmeleri beklenmedik yerlerde aramak yerine altına saklandığımız bir battaniyeye dönüşebilir.

Yine de, bağımsız plak dükkanları Britanya’da bir süre daha kalıcı olacak gibi!

 

Plak Mecmuası’nın 1. sayısında yayınlanmıştır.