‘Geçmişin şeytani geleneklerini’ silerek bir milli marş yaratmak
Meiji döneminde yapılan birçok reformdan müzik alanında olanlar özellikle ‘geçmişin şeytani geleneklerini’ ortadan kaldırmaya yönelikti.
Japonya’daki bando müziğinin tarihsel kaynağına bakıldığında yoğun bir şekilde 1800’lerin başlarındaki Japonya – ABD temasları görülür. Bu etkiler; enstrümantasyon, repertuar, prova yöntemleri, eğitimsel anlamda bandonun düzenlemesi (konser ve marş) ve bando yarışmalarında belirgin ölçüde fark edilir. Erken dönem Japon müzik eğitimi literatürü gözden geçirildiğindeyse, kaynağı Meiji restorasyon döneminde bulunur ve bu dönemde İmparatorluk tarafından müzik alanında modern bir Japonya’nın kurulabilmesi için görevlendirilmiş olan Luther Whiting Mason ve Isawa Shuji’nin önemli çalışmalara imza attıkları görülür. Japonya’da özellikle müzik alanındaki Batılılaşmadan bahsederken de II. Dünya Savaşı sonrası işgal altındaki Japonya’nın bando eğitim programlarından ve 1970’lerle birlikte tam anlamıyla oturan müzik eğitiminden bahsetmeden geçilemez.
Günümüzde, Japon bando ve üflemeli grupları (wind ensembles) uluslararası alanda teknik yeterlilik ve müzisyenlik kapasitesi açısından saygı duyulan topluluklardır. Okul bandolarının yanı sıra polis ve itfaiye departmanlarının, depremle savaş departmanının ve birçok şirketin kendi çalışanlarından oluşan bandoları vardır. Bu popülaritenin temelinde Japonya’daki Batı kökenli bando müziğinin başlangıcında büyük rol oynamış Japon askeri bando gruplarını görürüz.
İmparator Meiji’nin döneminde ekonomisini ve askeriyesini geliştirme umuduyla bir yeniden yapılanma dönemine giren Japonya, Batılı anlamda birçok kurum açmaya karar verecekti. Bu döneme, Meiji’nin “İmparatorluk yönetiminin temellerini güçlendirmek için tüm dünyadan bilgi aranacaktır,” sözü damgasını vuracaktı.
Japonya’da askeri bandoların gelişimini incelerken başlıca beş dönemden bahsetmek gerek: Edo Geç Dönemi (1850-1868)’nde fifre, bugle gibi üflemeliler ve trampetten oluşan mini bandolar vardı. Meiji Erken Dönemi (1868-1900)’nde Japon Deniz ve Kara Kuvvetleri bandolarının başlarında yabancı şefler vardı. Meiji Geç Dönemi (1900-1912)’nde genişletilmiş ve profesyonelleşmiş Japon bandoları kuruldu. Barış içinde geçen Taisho Dönemi (1912-1926)’nde ülke çapında askeri ve askeri olmayan bandolar sayıca oldukça arttı. Modern Japon Ordusu’nun Asya ve Pasifik’te savaştan savaşa koştuğu Show Dönemi (1926-1945)’nde ise bandolar ve askeri marşlar Japon halkı için hayatın vazgeçilmez bir parçası oldu.
Hristiyanlığı ve misyonerliği Japonya için büyük tehdit olarak gören Lord Toyotomi Hideyoshi, 1587’den itibaren Batılılar’la görüşmeleri yasaklamış ve Japonya’nın dışarıyla bağlarını koparmıştı. Bu da Japonya’nın uzun yıllar boyunca Batı’yla temasının çok sınırlı kalmasına yol açmıştı. Ancak İmparator Meiji’nin döneminde (1867-1912) ekonomisini ve askeriyesini geliştirme umuduyla bir yeniden yapılanma dönemine giren Japonya, Batılı anlamda birçok kurum açmaya karar verecekti. Bu döneme, Meiji’nin “İmparatorluk yönetiminin temellerini güçlendirmek için tüm dünyadan bilgi aranacaktır,” sözü damgasını vuracaktı.
Aslında İmparator Meiji’nin 1867’de tahta çıkmasıyla Japonya teorik olarak uzun yıllardır dağınık durumda olan imparatorluk iktidarını yeniden kurmuş oluyordu ama Meiji sadece 15 yaşında olduğu için o dönemde çok az yönetim gücüne sahipti. O yüzden güç, büyük ölçüde ona sıkı sıkıya bağlı bir danışma kabinesinden oluşan yeni hükümete dayanmaktaydı. Bu yeni kabine Japonya’yı güçlendirmek ve birleştirmek için bir dizi reform uygulamaya girişmişti. Bu dönemde Japonya’nın en büyük endişesi, hemen modernleşemezlerse bağımsızlıklarını yitirebilecekleri endişesiydi. Özellikle 1853’te Amiral Perry komutasındaki Birleşik Devletler Donanması’nın adaya gelmesi ve üstün silah gücünü sergilemesiyle, yöneticiler ve ordu mensupları arasında bu endişe iyiden iyiye artmıştı. Meiji, sarayda toplumdan izole bir şekilde genelde Batılı danışmanlarla görüşerek ve yine batılı hocalardan ders alarak büyümüş bir imparatordu. İngiliz diplomatlar Sir Harry Parkes ve A.B.Mitford genç imparatoru geleceğe dair büyük bir yatırım olarak görüyorlardı.
Japonya halkı, Batılı ülkelerin kültürel anlamda kendilerinden üstün olduğuna öylesine inanmıştı ki Avrupa ülkelerinde moda olmuş her şeyi sırasıyla ithal ve taklit ediyordu. Bu yaklaşım, sanat ve müzikte de etkisini gösterdi. Japonlar, kendi geleneksel müziklerini Batılılar’ın müziklerinden aşağıda görmeye başladılar.
1868’de Japon İmparatorluğu bir bildirge yayınladı. Meiji Bildirgesi olarak anılan bu bildirgede “Bu yeminle, amacımız dahilinde, ulusun güçlü temeli olan bir anayasa ve yasaların çerçevesini oluşturduk. Müzakere meclisleri yaygın olarak oluşturulacak ve tüm konular halkın katılımı ile belirlenecektir. Üst ve alt tüm sınıflar, devlet işlerinin yönetimini kuvvetli bir şekilde yürütmek için birleşecektir. Sivil ve askeri yetkililerden daha az olmayan ortak halkın, kendi hoşnutsuzluğunun olmaması için kendi çağrısını sürdürmelerine izin verilecektir. Geçmişin kötü gelenekleri kırılacak ve her şey doğanın adil yasalarına dayanacaktır. İmparatorluk yönetiminin temellerini güçlendirmek için tüm dünyada bilgi aranacaktır,” ifadeleri kullanılıyordu.
Meiji döneminin ilk liderlerinin hedefleri, II. Dünya Savaşı boyunca Japonya’yı yönetecek olan yeni ekonomik, politik ve sosyal kurumları o dönemde kurmuş oldukları için iddialıydı. Bu reformların çoğu Batı’dan büyük ölçüde etkilenerek yapılmış ancak Japonya’nın kültürel ve tarihi köklerinden hiçbir zaman önemli ölçüde değer verme endişesi taşımamıştı. Geçmişle olan bağları silmek isteyen Meiji’nin reformlarını yaparken mottosu “Japon ruhu ve Batı teknolojisi” olmuşsa da bunda pek de başarılı olduğu söylenemez. Belki de bu reformların en dramatik yanı, kalıtsal statüye dayanan eski bir sosyal hiyerarşi sistemini kaldırmış olmasıydı. Örneğin, bir savaşçı sınıfı olarak tanınan Samuraylar artık çiftçi olabilecek ve ticaretle uğraşabilecekti. Tabii, sıradan halk da artık Japonya’nın yeni ordusuna katılabilecekti. Köklü değişiklikler, ordudan başlayarak tüm sosyal hayata yayılıyordu.
Japonya bu dönemde kuvvetli ekonomiye sahip Batılı ülkelerin çekiciliğine kapılarak bazı radikal reformlar yaptı. Japonya halkı, Batılı ülkelerin kültürel anlamda kendilerinden üstün olduğuna öylesine inanmıştı ki Avrupa ülkelerinde moda olmuş her şeyi sırasıyla ithal ve taklit ediyordu. Bu yaklaşım, sanat ve müzikte de etkisini gösterdi. Japonlar, kendi geleneksel müziklerini Batılılar’ın müziklerinden aşağıda görmeye başladılar. Müzikal bir restorasyona da böylece girişildi. Meiji dönemindeki müzikal restorasyon sıraısnda Japonya’daki müzik üç grupta kategorize edilebilir: i) Gagaku tarafından örneklendirilen, Edo döneminden (1603-1867) geçen saray müzisyenlerinin icra ettiği geleneksel müzik; ii) Ülkeye dışarıdan gelen Batı müziği ve iii) modern biçimde bestelenen Shoka (okul şarkıları) ve Gunka (askeri şarkılar).
Batılı müziğin Japonya’ya ilk kez tam olarak girdiği bu yıllarda İmparatorluk’ta halihazırda Saray müziği Gagaku ve No adı verilen müzikli drama tarzının yanı sıra Shamisen müzik türleri Nagauta ve Kiyomoto icra edilmekteydi. Ozashiki adı verilen Shamisen müziği konserleri popülerdi. Kabuki tiyatrolarında müzisyenler yeni form ve kaynakları kullanmaktaydılar. Meiji dönemi, merkezi otoritenin derebeylik sisteminin kalıntılarına karşı her alanda olduğu gibi müzik alanında da savaş verdiği bir dönemdi. İmparatorluk, Edo dönemini ve Shogun’lığı anımsatacak her türlü oluşumu ortadan kaldırmak istiyordu.
Böylece, Batı müziğini Japonya’ya getirsin diye Isawa Shuji (1851-1917) Amerika’ya, Massachusetts Üniversitesinde bu konuda eğitim almaya gönderildi. Shuji, burada müzik eğitimcisi Luther Whiting Mason (1818-1896) ile tanıştı ve ikili üç sene birlikte çalışma imkanı buldu. Luther Whiting Mason ve Isawa Shuji, ABD ve Japonya arasındaki bu geçişin sağlanmasında en önemli iki kişiydi. 1800’lerin sonunda Batı müziği eğitimi Japon devlet okullarında bu ikilinin çabaları sayesinde yerini almıştı.
Mason, Amerika’daki eğitim sisteminde müziğin yeterli yeri olmadığını düşünen bir eğitmendi. Ona göre insanlar müziğin bir disiplin olarak öneminin farkında değildi, okullarda kaba ve kötü sokak şarkıları yerine klasik müzik eğitimi verilmeliydi. Mason bunu gerçekleştirebileceği bir eğitim sistemi icat ettiğine inanıyordu. Ona göre, icat ettiği sistem sayesinde müzik eğitimiyle ulusal bir bilinç oluşturulabilirdi. Bu, Meiji dönemi bürokratlarının tam da istediği şeydi.
Isawa Shuji, Japon müziğini Batılı anlamda şekillendirebilmek için İmparatorluk yetkisiyle Mason’ı da yanına alarak 1880’de Yokohama’ya döndü. İkili, Japon müziği üzerine uzun bir araştırma yaptıktan sonra ilkokullarda müzik eğitimi vermeye ve İmparatorluk müzisyenlerine Batılı orkestra enstrümanları üzerine özel dersler vermeye başladılar. Isawa Shuji, Japon öğrencilerin Batılı müzik kompozisyonlarını çalışırlarken Japon müziğinden de vazgeçmemelerini istiyordu. Onun hedefi iki müzik kültürünü birleştirmekti. Mason bu dönemde geleneksel Japon müziğiyle Batı formlarını birleştiren bazı kitapçılar hazırladı. Bunlardan en önemlisi Song of the [Five Confucian] Relationships (Beş Konfüçyonist İlişki Şarkısı)’tir. Eğitim Bakanlığı’nın arzu ettiği müzik öğretimi zaten “müziğin güzelliğini ön plana çıkarırken ahlaki karakter yetiştiriciliğini de temel prensip yapan” bir müzik öğretimiydi.
Belki de bu ikilinin Japonya’daki Batı müziği eğitimi üzerine çalışmalarındaki en büyük başarıları ise “Gakko Shoka” adı verilen okul şarkıları koleksiyonuydu. Isawa, 1879 tarihli makalesi “Plan For The Study Of Music”de Batı müziği formlarıyla geleneksel Japon müziği formlarını modern bir çizgide buluşturmak gerektiğini vurguluyor ve bu eğitime çocuk şarkıları ile başlanmasının, Batı müziği formlarına aşina olmayan Japonya için verimli olacağını öne sürüyordu. Bu dönemde birçok Japonca adaptasyon da yapılmıştı. Amerikalı besteci Stephen Collins Foster’ın bazı okul şarkıları Japonca sözlerle uyarlanmıştı. “Tobe tobe tonbi sora” aslında Foster’ın “Way down upon the Swanee River” bestesinin bir uyarlamasıydı, örneğin.
Izawa, Koto ve Kokyu gibi müzik türlerinin insanların ruhuna işlemiş olduğu için kolaylıkla silinemeyeceğini ama kademeli olarak düzenlenebileceğine inanmaktaydı. “Bazı eski tarzda müzik düzenlemeleri iyice öğretildikten sonra bu eski ahlak dışı müziklerin yasaklanabileceğini” dile getiriyordu.
Japonya’daki bir başka erken dönem Batı müziği türüyse kilise müziğiydi. 1878’ten itibaren Japonya’da basılı ilahilere rastlanır. Özellikle 1890’dan sonra basılı ilahi sayısında çok büyük bir artış olmuştur.
Meiji döneminde yapılan birçok reformdan müzik alanında olanlar özellikle “geçmişin şeytani geleneklerini” ortadan kaldırmaya yönelikti. Izawa Shuji’nin kendisi bu durumu ve yapılmak istenen reformların ardındaki nedeni 1883 yılındaki bir dokümanda şu sözlerle ortaya koyuyordu: “Japon popüler müziği o dönemde eğitimsizce ve cahilce icra ediliyor, toplumun en alt tabakasının ellerinde yüzyılların kalıntısını taşıyordu. Ahlaki bir yapısı yoktu ve Japonya’nın dış ilişkilerinde prestijini zedeliyordu.”
Izawa, Koto ve Kokyu gibi müzik türlerinin insanların ruhuna işlemiş olduğu için kolaylıkla silinemeyeceğini ama kademeli olarak düzenlenebileceğine inanmaktaydı. “Bazı eski tarzda müzik düzenlemeleri iyice öğretildikten sonra bu eski ahlak dışı müziklerin yasaklanabileceğini” dile getiriyordu.
Bu yıllarda, İmparator tarafından görevlendirilen 50 kişilik bir grupla Avrupa ve Amerika’da 18 ay araştırma görevi yapan Iwakura Tomomi de Batılı anlamda teknoloji, kurumsallık ve diplomasi üzerine Japonya’da yapılacak yenilikleri içeren bir dosya hazırlamıştı (‘Iwakura Mission’). Iwakura, Batılı anlamda Japon tarzı bir opera hazırlatmış, İmparator’a ve soylulara bunu izletmişti. İmparatorluk müzisyenleri için Batılı anlamda müzikal yolculuk da böylece başlamış oluyordu. Milli Eğitim Bakanlığı, 1871 yılında müzik dersini müfredata aldı.
İlk halka açık konseri Japon Donanma Bandosu 12 Eylül 1872 yılında Tokyo’daki Shimbashi Tren İstasyonun’da gerçekleştirdi. Sonraki dönemlerde en önemli konser alanı yine Tokyo’daki Rokumeikan Klübü olacaktı.
1877’de Meiji reformlarına ve yönetimine karşı Samuraylar ayaklandı. Ayaklanmanın başlıca sebebi, kurulmakta olan modern Japonya’da Samuraylar’ın bir önemi kalmayacak olmasıydı. Ancak ünlü Satsuma ayaklanması ve sonrasındaki diğer geleneksel direniş çabaları, Japonya’da kurulmuş olan modern ordunun güç gösterisiyle bastırılacaktı. Bando ve ordu, artık Japon halkının gözünde başka bir noktadaydı. Askeri bando, neredeyse derebeylik sisteminin yıkılışını temsil etmekteydi.
Aslında, ABD etkisinin yanı sıra İngiliz ve Fransızların 1800’lerin ortalarında Japonya’ya gelmeleri de Japonlar’ın Batılı anlamda bando müziğine olan ilgilerinin esin kaynaklarındandı. Nitekim Japonya’da bilinen ilk bando çalışmaları, İngiliz Donanma Bandosu ve Fransız Donanma Bandosu’na aittir.
Üç hafta içinde tamamlanan Japon milli marşı, ilk kez 1870 yılında İmparator’a dinletildi.
Bu bandolar haricinde, İngiltere merkezli yardım kuruluşu Salvation Army’nin Meiji döneminde 22 Eylül 1895 günü İmparator’un huzurunda ilk bando gösterisini gerçekleştirdiği ve 1902’de sadece Japon müzisyenlerden oluşan bir bando kurduğu da bilinmektedir. Salvation Army, bu bandodan sonra da Japonya’da birçok başka bando kuracaktır.
Özellikle Meiji döneminde denenen yeniden yapılanmada yukarıda da adını andığım İskoç asıllı bir İrlandalı olan müzisyen John William Fenton’un çalışmaları ön plana çıkmıştır. İngiliz Ordusu’na ait 10. Alay’ın bando şefliğini yapan Fenton, Japonya’da ilk “bando şefi” olarak nitelendirilmiş ve 1869’da Yokohama’da Tokugawa Shogunate döneminin sonları ve Meiji dönemi reformlarının ilk yıllarında Japon Donanma Bandosu’na bir piccolo ve 13 klarnetten oluşan bir İngiliz tarzı üflemeli grubu kurmuştu. Fenton, o dönemde Japonya’da Batılı anlamda çalgı aleti üretilmediği için tüm bando ekipmanlarını Londra’dan getirtmişti. Japon saray müzisyenlerine batılı müzik eğitimi veren Fenton 1871’de görevinden ayrılmış, yerine Japon Ordu Bandosu şefliğine önce Fransız bir üflemeci ve ardından da İtalyan bir bando şefi getirilmişti. Fenton, 1877 yılına kadar Japon Saray Bandosu’nun eğitmeni olarak çalışmış ve sonra İngiltere’ye geri dönmüştü.
Fenton, Japonya’da çalıştığı sürede henüz bir Japon milli marşı olmadığını da fark etmiş ve bunun üzerine öğrencilerinden Ekawa Yogoro’yu bestelemeye uygun bir şiir bulması konusunda teşvik etmişti. Nitekim, Albay Ōyama Iwao’nun da katkılarıyla bir şiir bulundu: “Kimi ga yo”. Bu şiiri Fenton bestelemek istese de, yaptığı ilk deneme Japon dilinde vokal melodisinin çok zorlu sıçramalara neden olması nedeniyle başarısız olacaktı. Bunun üzerine saray müzisyenlerinden Hayashi Hiromori sözlere uygun bir melodi yazdı. Fenton ise bu melodiyi Batı notasyonuna uyumlu hale getirdi ve bando için gerekli düzenlemeleri gerçekleştirdi. Fenton, son dokunuşlarıysa orkestrasından Hayashi Hiromori’nin düzenlemesini istedi. Hayashi, Japon geleneksel müziğinde uzman ve Batı müziği eğitimine sahip bir müzisyendi; düzenlemeyi yaparken Ichikotsu modunu ve Gagaku ton sistemini kullandı. Üç hafta içinde tamamlanan Japon milli marşı, böylece ilk kez 1870 yılında İmparator’a dinletildi.
“Kimi ga yo”ya son şeklini verense Alman besteci Franz Eckert olacaktı. 1879’da Ordu Bandosu kurması göreviyle işe alınan Eckert, 1888’de İmparatorluk ailesine ders verme görevine başlamıştı. Fenton’un bestelediği Japon milli marşı “Kimi ga yo“yu revize ederek son haline getiren Franz Eckert, 1899’da Japonya’dan ayrılıncaya dek imparatorluk ailesine ders vermeyi sürdürecekti. Bu noktadan sonra artık, askeri bandolar Japon müzikal yaşamını şekillendirmeye başlayacaktı. Ne var ki, bu bir başka yazının konusu!