FUAT: “Hip-hop kültürünün özünden geliyorum”

RÖPORTAJ ONUR BAYRAKÇEKEN  FOTOĞRAFLAR ERDEM BAYRAKÇEKEN

Müzikle ilişkim daha çocuk yaşlarımdan beri rock’n’roll üzerinden gelişti aslında. Elvis Presley dinleyerek başladığım macera The Rolling Stones, Pink Floyd, Led Zeppelin gibi gruplarla devam edip The Clash’e, The Sisters of Mercy’e ve başka pek çoklarına vardı… Ancak tüm bu rock’n’roll macerasına arada bir hip-hop müziği de sızmadı değil. En çok da Fuat Ergin! 

Bandrollü ilk albümü Her Ayın Elemanı (2005) çıktığında henüz 11 yaşındaydım. Şiire meraklı bir çocuk olarak “Okyanuslar”ı dinlediğimde çarpıldığımı hatırlıyorum. “Ölümün karşısına geçen her şey soldu” diyordu şarkıda, ne kadar sadeyse o kadar büyük bir laf… Epey zaman müzik çalarımda Fuat’ın o albümü dönüp durmuştu. Sonra uzun yıllar hip-hop dinlemedim, ta ki lisede bir arkadaşım Saian’ın “Feleğin Çemberine 40 Kurşun” şarkısını dinletene kadar. Nasıl vaktinde Fuat beni hip-hop’la tanıştırdıysa, Saian da ona yeniden kulak kabartmamı sağlamıştı. Saian’ın Fuat tedrisatından geçmiş bir MC olduğunu öğrendiğimdeyse hiç şaşırmadım. Demek ustanı doğru seçince… 

Hip-hop kültüründen gelmediğim için pek ahkam kesmeyeceğim. Ancak bir edebiyat öğrencisi ve genç bir şair olarak söyleyebilirim ki dinlediğim MC’lerin pek azı Türkçe’ye Fuat kadar hakim. Belki çok geniş kelime hazneleri var, belki çok iyi dizeler düşürüyorlar ama Fuat’ın alameti farikası Türkçe’nin esnekliğini kullanmadaki mahareti ve bu ona mahsus. Kelimeleri öyle doğal eğip büküyor ki, Türkçe’nin içindeki müzik kendiliğinden ortaya çıkıyor. Belki kendisi bile farkında değil ama Fuat istedi mi dili İsviçreli bir saat ustası misali işliyor; “Bende Tank Var” şarkısına bakın, Türkçe’den bir taramalı tüfek yaratmak öyle kolay iş mi! 

Uzattıkça uzattım, klavye başına oturdum mu heyecanım sayfalardan taşıyor, kızmayın… Aslında kardeşimle birlikte Bahçeşehir’e, Fuat Ergin ve eşi Müjde’yle buluşmaya giderken bu kadar heyecanlı değildim. Fuat’ın ne kadar sıcakkanlı biri olduğuna dair çok sağlam referanslarım vardı. Nitekim, buluştuğumuzda gördüm ki, dışarıdan ne kadar sert görünüyorsa o kadar nazik ve içten bir insanmış. Onunla söyleşmek benim için büyük keyif oldu. Son çıkardığı Omurga albümünden “Susamam” şarkısına, Türkiye’de hip-hop’un halipürmealinden eski çalışmalarına pek çok mevzuyu konuştuk. Dilerim, benim aldığım keyfi siz sevgili okurlar da alırsınız. 

Şimdi buyrun Batı Berlin’den yola çıkıp İstanbul hip-hop alemini panzer misali titreten Fuat ile söyleşimize!

“Ben hip-hop yapıyorum çünkü hip-hop’u seviyorum, bu kültürün bir parçasıyım ve özünden geliyorum.”

Hayat nasıl gidiyor abi? Konserler falan ne alemde? 

Hayat çok güzel gidiyor. Şükürler olsun, gayet mutluyuz. Sağlığımız, sıhhatimiz yerinde. Ülkemizin çok daha güzel günler göreceği umuduyla yaşamaya devam ediyoruz. Konserler de devam ediyor. 

Son albümün Omurga (2019), hip-hop’un piyasada belki en güçlü olduğu dönemde çıktı. Bununla beraber, çok satan ne varsa tersi istikamette bir çalışma. Albümün hak ettiği ilgiyi gördüğünü düşünüyor musun, geri dönüşten memnun musun?

Aldığım geri dönüşten memnunum, çok güzel tepkiler geldi Omurga’ya. Tabii ki daha çok dinleyiciye ulaşsın isterdim ama ulaşmamasına da şaşırmıyorum. Hip-hop’un infilak eden bir tarafını seven insanların, hip-hop kültürünün içinden kişiler olduğunu düşünmüyorum. Bir tür moda oldu, onlar da o modayı izliyor.

Dinleyici mi değişti? Sanki birden trap aşermeye başladı insanlar… 

Yok, dinleyici değişmedi. İnsanlara bir şey verildi, insanlar da bunu kabul etti. Böyle bir oyun bu, hep devam ediyor. Sadece Türkiye’ye has değil; trap dünyada da çok popüler oldu. Burada geniş kitlelere ulaşmasında bunun da bir etkisi var bence. Bizim insanımız dünyada olan bitene çok iyi adapte olabiliyor. 

Sen trap’e adapte olmadın ama. Hiç niyetlenmedin mi? 

Kendi çizgimi bozamazdım. Şimdi trap çok popüler diye o trene atlayıp gidemezdim. Hiçbir zaman yapmadım bunu. Ben hip-hop yapıyorum çünkü hip-hop’u seviyorum, bu kültürün bir parçasıyım ve özünden geliyorum. Benim amacım hip-hop yaparak kendime yatlar katlar satın almak, zengin olmak, altın zincirler takmak olmadı hiçbir zaman. Elbette bireysel başarılar yakalanmış olabilir ama hip-hop kültürüne bunlar ne kazandırdı onları tartmak gerekiyor. Ben hip-hop kültürüne katkı sunmak, insanların hayatına dokunmak istiyorum. 

Albümün adını Omurga koyman da biraz bu yüzden öyleyse, değil mi? 

Ben Türkçe rap’in omurgasıyım, bunu söyleyebilirim. Dejenere olmadım. Albümün adını da bu yüzden Omurga koydum. 

Peki Omurga için dinleyicini neden bu kadar beklettin? Bundan önceki albümün Kalbüm (2009) çıkalı 10 yıl olmuştu…

İyi ki beklemişim. Düşünsene, 2012’de çıkardım diyelim ya da 2013’te… Türkçe hip-hop gene kendi mağarasına çekilmiş, orada mayalanıyor olacaktı. Bu albümün bir farkı, özel bir anlamı olmayacaktı o zaman. Şimdi var. 

Bu söylediklerine bakınca, hip-hop’un altkültür olma özelliğini yitirdiği kanısına kapıldım. Hani ‘Punk is dead’ denir ya. ‘Hip-hop is dead’ mi diyeceğiz şimdi de? 

Belki çoktan diyebilirsin. Kültür, insanların şahsi çıkarlarına kurban gidiyor. Kimisi şöhret budalası oluyor, kimisi statü değiştirmek istiyor ve her şeyi buna alet edebiliyor. Hip-hop da bundan azade değil. Ben isterdim ki böyle olmasın, hip-hop kültürü doğru dürüst yürüsün yolunda. Ancak 90’lardan beri bölündükçe bölündük. Daha 90’ların başında break-dance’çılar ayrıldı, graffiticiler artık başka müzik dinleyerek graffiti yapmaya başladı, rapçiler kendi partilerini düzenledi, DJ’ler kulüplerde çalmaya başladı… Herkes dört bir yana dağıldı. Çok isterdim hip-hop’un bütün unsurlarının bir arada yürümesini ama olmadı.

Gruplar da dağıldı durdu… 

Yıllar bana şunu öğretti: Çok büyük gruplar kurmak sağlıklı değil. Olmuyor. Kimlerle bir araya gelirsen gel, oradan bir maraz çıkıyor. Müzisyen kafasına sahip çok az insan var. 

Hip-hop diğer müzik türlerine göre daha bireysel. Bir rock grubunda gitarist davulcuya muhtaç mesela, haliyle birbirlerine sabrediyorlar ama hip-hop’ta böyle bir durum yok. Biraz da bu yüzdendir belki…

Evet, kesinlikle öyle. “Şunu arayayım gelsin bas çalsın, davul çalsın” demen gerekmiyor çoğu zaman. Bir MPC2000’in varsa kendi başına beat de yaparsın, bas da çalarsın, sample da kesersin. Lafı açılmışken, aslında çok daha fazla dj ve beatmaker bekliyorum ben hâlâ Türkiye’den. Çok az var maalesef. Umarım gençlerden çıkar.   

Omurga albümüne dönelim. Albümü kendin kaydettin, yayınladın. Bir plak şirketiyle çalışmadın. Niçin? 

Müziğe başlarken fikrim bağımsız olmaktı zaten benim. Türkiye’ye geldikten sonra anladım ki burada öyle yürümek mümkün değil, gidip bir plak şirketiyle anlaştım ve Her Ayın Elemanı (2005)’nı çıkardım. Ondan üç dört sene sonra başka bir şirketle anlaşıp Kalbüm’ü yayınladım. Fakat bu süreçte büyük plak şirketlerinin senin için aslında hiçbir şey yapmadığını gördüm. O anlaşmalardan en az kazançla çıkan hep sen oluyorsun. Klibim çekiliyor, piyasadayım diye seviniyorsun, ekstralarına koşup konserlerinden biraz para kazanabiliyorsun ama paranın büyük kısmını büyük plak şirketleri götürüyor. Anlaşmalar yaptıkları o dev şirketlerden büyük paralar alırken sana hep en düşük payı veriyorlar. Klibini de senin kazandığın stream paralarıyla çekiyorlar, ceplerinden hiçbir şey çıkmıyor aslında. Umurlarında olmadığımı görüp onlara ihtiyacım olmadığını fark edince de Omurga’yı kendi imkanlarımla kaydedip yayınlamaya karar verdim.  

Albümdeki şarkılar farklı dönemlerde kaydedilmiş. Bir araya getirip ortak bir sound oluşturmakta zorlanmadın mı?

Evet, farklı dönemlerde kaydedildiler. 2011’de Almanya’ya gittim mesela, orada bir şeyler yaptık. 2012’de Amsterdam’a, 2013’te İzmir’e gittim; oralarda çıktı kimisi… Ama bir araya getirmek ve ortak bir sound oluşturmak zor olmadı. Aksine, bu sürecin 10 yıla dağılması iyi bile oldu. Çok daha rahat kesip biçebildim albümü. Sonuçta çok içime sinen bir albüm çıktı ortaya. 

Albümü Omurga I ve Omurga II olarak ikiye böldün. Çok şarkı olmasından mı? 

Evet. 24 şarkılık albüm yapan kimse kalmadı artık ama insanlar 10 senedir bekliyor, karşılarına 6-7 parçayla dönemem diye düşündüm. Bana kalsa 24 şarkıyı birden yayınlardım ama “Albümü ikiye böl, uzun zamana yayılsın, daha iyi olur,” dedi arkadaşlar, benim de aklıma yattı.  

Omurga’nın açılış şarkısı “Evet / Hayır”, bir çeşit manifesto ve mikrofonu iki çocuğa bırakmışsın. Kim o çocuklar? 

Ulaş Ali ve Maya. Ulaş Ali, eşim Müjde’nin yakın dostu Yeşim Tabak’ın yeğeni. O hep rap yapmak istiyordu zaten. Maya da yine Müjde’nin başka bir arkadaşının kızı. Rap’leri ben yazdım; Maya iyi şeylere evet diyor, Ulaş Ali kötü şeylere hayır… Onları da çok yormak, zorlamak istemediğim için evet – hayır diye gitti şarkı. “Evet / Hayır”ı açılış şarkısı yapma fikriyse albümü yayınlama aşamasına geldiğimizde çıktı, başta yoktu. Sen de söyledin, manifesto gibi bir şarkı. Şiddete, tacize, faşizme, ırkçılığa hayır derken barışa, özgürlüğe, yenilenebilir enerjiye evet diyor. Çocuklardan duymayı isteyeceğiniz bir manifesto bu. 

Çeşitli başka projelerde de çocuklarla çalıştın. Onlardan da bahsetmek ister misin?

1994’te Berlin’de Hip-hop Mobil diye bir atölye kuruldu. İmkanı olmayan gençler buraya gelip müzik, prodüksiyon, graffiti öğrenecekti. Bu çocuklara yardımcı olabilmek için biz rapçiler sosyal pedagoglarla bir araya geldik. Onlar bize çocukla ilişki kurmayı öğretti, biz de çocuklara bildiğimiz kadarıyla rap’i öğretmeye çalıştık. Orada annesi babası ayrılmış, yuvası yıkılmış çocuklar tanıdım. Savaş bölgelerinden gelen çocuklar da vardı; Ruanda’dan, Yugoslavya’dan gelen, maalesef aileleri gözlerinin önünde katledilmiş çocuklar… Onların hayatına dokunduk. Bu deneyim bana müziğin sadece bir eğlence olmadığını öğretti. Çantandaki leblebi değil o. Müzik, çok ciddiye alınacak bir şey. Bunu çocuklar sayesinde anladım ve bir misyonum olduğunu fark ettim. Ben de annemi ve babamı küçük yaşlarda kaybetmiştim, müzik bana tutunacak bir dal olmuştu. Şimdi o çocuklara olacaktı. Çocuklarla çalışıp onları mutlu ettiğimde ben de mutlu oldum. Birini mutlu etmenin verdiği mutluluk anlatılamaz. Çocuklarla yaptığım bu çalışmaların hayatıma da kariyerime de çok katkısı oldu, manevi bir güç verdi bana. Ben hep müziğin bu tarafıyla ilgilendim zaten. Şuradan para vurayım, buradan ev alayım gibi amaçlarım olmadı. Bir şeyler yapmak, hayatta iz bırakmak, insanların derdini hafifletmek istedim. Dert gelecek, ondan kaçış yok ama dert geldiğinde ayağa kalkmalısın. Bunu anlatmaya çalışıyorum. 

Konserlerinde de gençlere ayrı ilgi gösteriyorsun, bazen onlara öğütler veriyorsun…

Geçenlerde bir çocuk tweet atmış bana “Ben seni eskiden hiç sevmezdim abi. Sonra bir hip-hop konserinin çıkışında sen bizi etrafına topladın, bize öğütler verdin, benim bütün önyargılarım yıkıldı sana karşı” diye. Çok mutlu oldum. Ben sıcak teması seven bir herifim, konserime arka kapıdan girip arka kapıdan kaçmam. O çocukların gözümün içine bakmasından beslenen bir insanım. Onlara sarıldığım zaman kalplerinin heyecandan küt küt atışını omuzlarından duyuyorum, o beni mutlu ediyor. Müzik yapmanın en güzel tarafı bu.

Fotoğraf: Gökhan Haşhaş

“Bu memleket aydınlarını öğütüyor. Bu memleket, iyiliğini isteyen herkesi öldürüyor.”

Omurga’daki diğer şarkılar da manifesto gibi; bazen hip-hop’un geldiği hale, bazen topluma, bazen düzene dair birçok eleştiride bulunuyorsun. Hip-hop popülerleştikçe içinin boşaldığını düşünüyor musun? 

Elbette. Benim yıllardır karşısında savaştığım şeylere bugün respect atılıyor. Rap’i seviyor olabilirsin, eyvallah, ama rap’i severken bu kültüre böyle tecavüz etmen gerekmiyor. Belki bu kültürün içinden geldiğim ve bu kültürü çok iyi bildiğim için böyle sert bir tavrım var bu konuda. İnsanların böyle dejenere olmasını hazmedemiyorum. Başkaları ne yapar beni alakadar etmiyor, ben bildiğim yolda yürümeye devam edeceğim. 

Albüme Saian, Şanışer, Patron, Allame gibi isimler de katkı sunmuş. Öyle ya da böyle senin tedrisatından geçmiş, bir şekilde etkilediğin MC’ler. Onlar hakkında ne söylemek istersin?

Ben yıllarca gençlere destek verdim. Bu albümde de onlarla olmak istedim. Allame beat verdi, diğerleriyle düet yaptık. Zaten zaman zaman birlikte iş yaptığımız isimlerdi. Daha önce Patron ve Saian’la “Kaldır Makineleri Havaya” diye bir parça yapmıştık mesela. Onların da olmasını istedim albümde.

Lirikalitesi yüksek bir MC’sin. “Ölümün karşısında her şey soldu” sade ama çok büyük bir laf mesela. Fakat senin esas maharetin, dilin yapısına olan hakimiyetin sanıyorum. “Bende Tank Var” bunun en aşikar örneklerinden. Sert sessizlerden taramalı tüfek yapmışsın. “Bende Tank Var”ın hikayesini paylaşır mısın? Özellikle yazım sürecini merak ediyorum, nasıl çalıştın? 

“Bende Tank Var”ı ilk defa 2010’ların başında kaydetmiştim, altyapısını Zeus Kabadayı hazırlamıştı. Ensemde kaldı o şarkı benim öyle, bırakmadı peşimi. Çok sevdim, yitip gitmesini istemedim. Albümü hazırlarken Almanya’da yaşayan arkadaşım Lucas Buczilowski’den yeni bir beat geldi, çok güzel oturuyordu “Bende Tank Var”a. Onunla tekrar kaydettim, böylece Omurga’daki “Bende Tank Var” ortaya çıktı. 

Dile hakimiyetim konusunda söylediklerin için eyvallah ayrıca. Dili kullanırken, bildiklerinin hacmi de yansıyor kullanımına. Türkçe’nin yapısını bilmek yetmez yani, genel kültürün de olmalı. Bu ikisini bir araya getirdiğinde galaksiler yaratabiliyorsun. 


Çok kitap okur musun?

Hayır, açıkçası çok kitap okuyan bir herif değilim ben ama okumam gereken şeyleri okur, bilmem gerekenleri bilirim. Bir de çok iyi dinleyiciyimdir. Yine de “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” sözü çok doğru. Ne kadar bilirsen bil, o kadar az biliyorsun ki yine de… Öyle acayip şeyler var ki dünyada!  

“Gibi” parçasına da değinmek istiyorum. Geleneksel entrümanlar kullanmışsın. İlginç bir çalışma. Ancak ben şarkıda geçen iki ismi merak ediyorum: Çapul Savet ve Osman Özer. Tanımayanlar için bir anlatır mısın onları? Hem anmış olalım kendilerini.

“Gibi”nin altyapısı Beatmucit Ceyhun’a ait. Çapul Savet, bizim Şile Feneri’nde bekçi olarak çalışan abimizin oğluydu. Akrandık Çapul Savet’le; birlikte bisiklete biner, denizde yüzerdik… Osman Özer ise benim çok yakın bir dostumdu. İkisinin de hikayeleri yarım kaldı; aramızdan çok erken ayrıldılar. Konduramadığım bir yaşta öldüler. Keşke aramızda olsalardı. Osman’a son görevimi yerine getirebildim, Savet’in ise cenazesine yetişemedim maalesef. Hiç değilse bu şarkıyla onları da yad etmek istedim. Gökkubede bir seda olarak kalalım hep birlikte, ne diyeyim. 

Albümde Peyk de yer alıyor. Sen de onların Lay Lay Lom (2019) albümünde acayip keyifli ve bir o kadar politik “Lay Lay Lom” şarkısında rap yapmıştın. Peyk’le iş birliğin hakkında ne söylemek istersin?

Albüm tamamen bitmişti; parçalar mikslenmiş, masterlanmıştı. Yayına hazırdı yani. Ama içimden bir ses durmadan “Hayır, bu albüm bitmedi,” diyordu. Sonunda Peyk’ten Özgür (Ulusoy) abiyi aradım. Buluştuk, hemen şarkı için bir iskelet çıkardık birlikte. Beat falan yaptım ona. “Kahır” çıktı ortaya.

“Kahır” da epey politik bir parça. 

Evet, konuşmaktan korkmamamız gerek. Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı… Neden öldü bu insanlar? Bu memleket aydınlarını öğütüyor. Bu memleket, iyiliğini isteyen herkesi öldürüyor. Derin bir uykudayız, uyanmamız lazım. Tam bağımsızlığımızın ve özgürlüğümüzün çok büyük önemi var. Kim karışıyorsa artık bu ülkeye, CIA mi MOSSAD mı tarikatlar mı… Hepsinden kurtulmamız gerek. 

E siz CIA ajanı FETÖ mensubu değil miydiniz abi “Susamam” şarkısını yapan ekip olarak… 

(Gülüyor) Onlardan destek görsem İstanbul’da mı yaşarım! Alakam yok o heriflerle. Aslında ben çok ideal bir avdım o herifler için. 13 yaşında babamı, 16 yaşında annemi kaybetmişim… Almanya’ya gitmemiş olsam kim bilir kimlerin, hangi tarikatın, örgütün eline düşerdim. Sonuçta onlara hiç bulaşmadığım için şanslıyım. Benim ne bir tarikatla, ne bir istihbarat servisiyle, ne de bir terör örgütüyle bağımı bulabilirler. Anca birileri yazdı çizdi, onlar da herkes hakkında yazıp çiziyor zaten. 

“Gerçekler ortaya çıksa bunlar sokağa çıkamaz. Ben aslen aşırı boş ve kötü kalpli insanlarla savaşıyorum.”

Geçen yaz diss’leşmelerle geçti, malum. Omurga da diss parçaları içeriyor: “İstikrar Harbi”, “2 Pushta”. Diss’leşmenin hip-hop kültüründe yeri ne?

Ben entrika yapmıyorum, kimsenin kuyusunu kazmıyorum, kimsenin işini engellemiyorum. Bir derdim varsa rapimle söylüyorum, bunu da onun anlayacağı şekilde, açıkça söylüyorum. Diss, budur ve hip-hop kültüründe vardır. Adamı bıçaklayacağına diss atıyorsun, şarkı yapıyorsun, nesi kötü bunun? Bazılarına çok sert gelebilir bu tarz fakat öyle ki, gerçekler ortaya çıksa bunlar sokağa çıkamaz zaten. Ben aslen aşırı boş ve kötü kalpli insanlarla savaşıyorum.

“2 Pushta” epey sert bir diss, isim vermesen de muhatapları belli…

Sert ama ben sadece şarkı yaptım, diss attım. Kimse için “O varsa ben bu festivalde çıkmam,” deyip onun ekmeğiyle oynamadım. Ancak herkes bunu tercih etmiyor, korkudan arkandan senin kuyunu kazıyorlar. Kimse aramızda neler yaşandığını bilmiyor. Rap piyasasının içindekiler de bildiklerini sanıyor olabilir. Ben özel konuları ortaya dökecek bir insan değilim. Kimse kusura bakmasın, bizde ‘pusht’a ‘pusht’ derler. Bu kadar basit. Ben gayet düzgün ve delikanlı bir iş yaptığımı düşünüyorum. 

Yaz aylarında Konta’yla “Teflon” diye bir parça da yayınlamıştınız. “Fay hattında lolo yapma” diyorsun orada, Ezhel’e diss olarak algılandı… Öyle miydi? 

Alakası yok. Ta 2012’de yazmıştım ben o parçayı, millet zannediyor ki Ezhel’e diss attım. Sanırım Ezhel’in parçasından iki hafta sonra çıktı “Teflon”. İki haftada şarkıyı yazacaksın, kaydedeceksin, bir de Berlin’e gidip klip çekeceksin… Mümkün mü böyle bir şey? Bunu bile ayırt edemeyecek bir dinleyici kitlesi kazandık. Rap çok gelişti; evet, evet! (Gülüyor)

Biraz eskilere gidelim abi. 1995’te ilk albümün Hassickdir?’i kaydettin ama 4 yıl sonra yayınladın. Neden o kadar sürdü? 

Aslında Hassickdir?’in tamamını 1995’te kaydetmedim. 1994’ten 1996 yılının Nisan’ına kadar az önce bahsettiğim o Hip-hop Mobil atölyesinde takıldık. Orada birkaç parça kaydettim ve bir demo kaset yaptım. Ondan sonra orada burada konserler vermeye başladık. Bazen çağrılmadığımız yerlere bile gidiyorduk. Mücadele ettik epey, çetin geçti o yıllar. 1999’un başlarında bir faks geldi bana. 31 Mayıs 1999’da İstanbul’daki Kulüp Magma’da hip-hop partisi düzenleniyormuş, beni de davet ediyorlardı. Bu faksı alınca eteklerim tutuştu. Elim boş gidemem bu partiye diye düşündüm. Hemen stüdyoya girip üç dört parça daha kaydettim. Hip-hop Mobil zamanında kaydettiğim parçalar ve bu yeni parçalar, birlikte Hassickdir?’i oluşturdular. Albümü kasete ve CD’ye bastım. Yirmi otuz CD, kırk kadar da kaseti sırt çantama atıp İstanbul’a geldim. Kısacası, Hassickdir?’i İstanbul’a elim boş gelmeyeyim diye yaptım.

Bu konser İstanbul’daki hip-hop ortamıyla ilk temasın mıydı?

Evet. Maalesef uçakta klima yüzünden hasta oldum ve şiş bademciklerle, yarım sesle konser verdim. Yine de birilerine dokunabildim orada ve kasetlerimi, CD’lerimi sattım insanlara. 

Hassickdir? I’de Türkiye’de kimsenin duymadığı, yapmadığı bazı stiller vardı. Hassickdir? serisi Türkçe rap’in rönesansı oldu.”

Hassickdir? sonradan bir üçleme oldu. Bu üçlemenin Türkçe rap için önemi nedir? 

Hassickdir? I’de Türkiye’de kimsenin duymadığı, yapmadığı bazı stiller vardı. Cartel gibi rap yapıyorlardı Türkiye’de. Hassickdir? I gibi bir örnek yoktu. Bu açıdan, Hassickdir? serisi Türkçe rap’in rönesansı oldu. Bütün o stiller, double-time’lar falan ondan sonra ortaya çıkmaya başladı. Müthiş bir dönemdi zaten. Hassickdir? III (2003)’ten önce Bonobo 1 Panzer (2002)’i, sonra Rapüstad (2003)’ı yaptık… Çok çalıştık, çok ürettik. Hassickdir? serisinin Türkçe rap’e çok sayıda stil kazandırdığı ve o dönem Türkiye’de yaşayan MC’lerin bu albümlerden ne oranda etkilendikleri, kayıtlara bakılırsa tarih tarih çok net görülebilir. Arşiv yalan söylemez. 

90’larda hip-hop’a sadece müzisyen olarak değil gazeteci olarak da katkıda bulundun aslında. Beastie Boys, Nas, Fugees gibi çok önemli isimlerle röportajlar yaptın…

Aktivisttik biz, hip-hop aktivistiydik. Bir arkadaşım fanzin yapıyordu, sonra onu dergi olarak çıkarmaya karar verdi. Ben de Alman, Amerikan gruplarla, İngilizlerle röportajlar yapmaya başladım. O deneyim de benim için çok önemliydi. Çok ünlü isimlerle röportajlar yaptım, birkaçını saydın. Bu röportajlar sırasında onların da benim gibi insan olduğunu fark ettim. Bu yüzden, bugün insanların bana hayranlık duymasından biraz rahatsızım. Beni arkadaşları olarak görsünler istiyorum. 

Hassickdir? bahsini kapamadan önce, ilk albümün açılış şarkısı “Hadi Kökle”yle ilgili bir sorum var. Şarkının altyapısındaki parça Miles Davis’in mi? 

Evet, Miles Davis’in trompeti. Maalesef hangi şarkısı olduğunu hatırlamıyorum. DJ Desue yapmıştı “Hadi Kökle”nin altyapısını, o bilir. O değil de sen nasıl anladın Miles Davis olduğunu aga, bir tane trompet üflüyor sadece! (Gülüyor) 

E, çok karakteristik abi… 

Öyle, haklısın. Miles sonuçta, büyük müzisyen! Severiz. Telif meselesinden başımızın derde girmemiş olması da mucize. (Gülüyor) 

2000’lerin başında Türkçe rap yükselişe geçti. Peş peşe kült albümler çıktı. Bunlardan biri de 2005’te çıkardığın Her Ayın Elemanı’ydı. Kariyerin açısından Her Ayın Elemanı nerede duruyor, bir pişmanlığın var mı o albüme dair? 

O anda nasıl olması gerekiyorsa öyle bir albüm oldu Her Ayın Elemanı, yani albüm namına bir pişmanlığım yok. Albümde yer alan bir iki kişiyle ilgili pişmanlığım var. 31 Mayıs 1999’da İstanbul’a geldiğimde el sıkıştığım o kişilerle birlikte hiçbir şey yapmamam, kendi yoluma gitmem gerekiyormuş; geçen yıllarda bunu anladım. Onun dışında hayatımda pişmanlık duyduğum tek şey oldu, o da Rapstar yarışmasında jüri üyeliği yapmak… Arkadaş hatrına kurban gittik orada diyelim, başka bir şey demek istemiyorum.    

Her Ayın Elemanı’nın kariyerimdeki yerine gelirsek… Türkiye’ye henüz dönmüştüm, aslında beş altı albüm çıkarmıştım o zamana kadar ama artık bandrollü bir albüm çıkararak ben de buradayım demem gerekiyordu. Yani, benim Türkiye’deki dinleyiciye “Ben de varım” dediğim albümdü Her Ayın Elemanı.  

Her Ayın Elemanı, yapılmış en iyi Türkçe rap şarkılarından ikisini içeriyor: “Geri Geldi” ve tabii ki “Okyanuslar”. Bu iki şarkı nasıl doğdu? 

“Geri Geldi”yi Berlin’de yazdım. Beat’in altyapısını DJ Boba Fett yapmıştı, o beat’in altyapısının aynısını sonra Mehmetcan Erdoğan’la tekrar yaptık. “Okyanuslar”ın altyapısını da Mehmetcan Erdoğan yaptı. O altyapısını yaparken ben şarkıyı yazdım. “Okyanuslar” zor bir şarkı oldu benim için açıkçası, üç gün sürdü kaydı. Duygusal olarak çok sarstı beni. Midem bulanarak yaptım “Okyanuslar”ı ama yapmak zorundaydım. Yaptığım için de çok mutluyum. “Okyanuslar” özel bir şarkıdır benim için, yeri ayrıdır.  

“Okyanuslar”ı 2015 yılında Groovypedia’da yeniden yorumladın abi. Orada çok daha agresif okuyorsun, müthiş performans; bence orijinalinden bile güzel. Yalnız albümde “Babam Allah’ın yanında” derken Groovypedia’da “Babam Tengri’nin yanında” diyorsun…

Tamamen o andaki freestyle coşkusuyla ilgili. Benim atalarım müslüman olmadan önce Tengriciymiş, kamlar ve şamanlar varmış. Onları hissettim, içimden öyle geldi ve öyle söyledim. Dediğin gibi, biraz daha agresif okudum şarkıyı Groovypedia’da ve “Tengri” kelimesi ses olarak da o agresyona oturdu. 

Son olarak, gündemde yeni projeler var mı? Yeni bir albüm için tekrar 10 sene bekleyecek miyiz? 

Tekrar böyle 24 şarkılık bir albüm yapar mıyım bilmiyorum açıkçası ama yakında bir EP çıkaracağım. EP’den sonra da üç maxi-single gelebilir. Onları hallettikten sonra sanırım her ay şarkı yayınlamaya çalışacağım, bir süre en azından. 

Eyvallah abi, vakit ayırdın bize, sağ olasın. Eklemek istediğin bir şeyler var mı?

Ben teşekkür ederim, sen sağ ol. Gençlere birkaç şey söylemek isterim. Mutlaka yabancı dil öğrenin. Dünya, Türkiye’nin sınırları dışında başlıyor. Yurtdışına çıkın. Gerekirse bulaşık yıkayın, belki bok bile temizlersiniz ama yerinmeyin bundan. Namusuyla çalışan birine kimse hiçbir şey diyemez. Dünyayı görün, dünyayı keşfedin, oradan ilham alın ve oradan aldığınız ilhamla ülkenize dönüp burada bir şeyler üretin. Hepimiz aynı gezegen üstündeyiz, Türkiye’de de her şeyin en iyisi olabilir. Yeter ki öğrenmekten vazgeçmeyin, öğrenmeyi sevin. Hayatı da sevin. Bu evren ne kadar tehlikeli olursa olsun, her zaman mucizelere gebe. Aydınlık günlere doğru gidiyoruz, çok güzel bir gelecek bizleri bekliyor, eminim bundan. Ümidinizi yitirmeyin.