Üretkenlik ve dehanın kesişiminde: İdil Biret | Ufuk Çakmak

‘İdil Biret: Bir Harika Çocuğun Portresi’ belgeselinin ışığında İdil Biret’e dair

Gün geçmiyor ki İdil Biret, yeni bir nefes kesici projeyle karşımıza çıkmasın. Müzik dehasının keşfedildiği üç – dört yaşlarından bugüne sayısız kayıt yapan, Sydney’den Güney Afrika’ya dünyanın her yerinde binlerce konser veren, hakkında yabancı dillerde kitaplar, onlarca dilde yazılmış röportaj ve yazılar bulunan, dünyanın en geniş repertuvarlı piyanisti unvanına sahip Biret, 90’lardan bu yana, klasik batı müziğinin dev bestecilerinin “tüm eserleri” külliyatlarını kaydetti. 1990’larda Naxos firmasının daveti üzerine, Chopin’in tüm eserlerinin kaydedilmesiyle başlayan atak, daha sonra Brahms, Rachmaninoff’un tüm piyano eserleri ve ardından Beethoven’ın piyano sonatları, konçertolar ve senfoni uyarlamalarını içeren edisyonuyla sürdü. Son yıllarda Biret, bunların yanına Liszt, Schumann edisyonlarını, Bach ve Mozart’ın birçok önemli klavye yapıtını da kattı.

Bunları bir yazı satırında listeleyip yazmak kolay! Halbuki sadece bir tanesi bile bildiğimiz virtüöz piyanistlerden herhangi biri için yaşam boyu sürecek bir projeye bedelken, o bu devasa işleri leblebi yer gibi bir bir devirdi. Biret’in altı yaşında Paris radyosunda verdiği konserden, 60’larda kayıt hayatına atıldıktan sonra Vega, Finnadar, EMI gibi birçok firmayla yaptığı tüm kayıtları da düşününce, evren boyutunda bir kayıt imparatorluğu karşımıza çıkıyor. 

Nihayetinde beklenen 2017’de oldu. Sanatçı, tüm eserlerinin de tümünü içeren, tam tamına 130 CD’den (yanlış okumadınız, yüz-o-tuz) oluşan bir kutuyla, sanat hayatı boyunca yaptığı her şeyi yeniden sundu. “Tüm’lerin Tümü”nde Ligeti’den, Scriabin’e, Boulez sonattan, Fırat’a, Pars’a piyano repertuarının belirli bir ‘yüzdesini’ çalıyor Biret. Öylesine akıl almaz bir genişlik, öylesine derin bir sanat bilgisi ve öylesine bir hafıza ki bu, İdil Biret’in dünyaya bizlerden farklı bir beyinle geldiğini teslim etmek dışında yapacak bir şey kalmıyor bize. O, nörolojik ve beyinsel bir fenomen! 

Dünya, İdil Biret fenomenine olan saygısını, Gramophone’dan Piano dergisine, Henry-Louis de la Grange’dan tutun da Jeremy Siepmann gibi yazarlara kadar, en saygın yerlerde yayınlanan söyleşi ve eleştirilerle sundu. Hakkında yapılmış (kısa olanlar bir tarafa) daha kapsamlı bir belgeselin yokluğu hissediliyordu belki. 2015’te dünya festivallerinde gösterilen İdil Biret: Bir Harika Çocuğun Portresi belgeseli de bu boşluğu doldurdu. 

Yapım, salgın günlerinde Youtube’da izlenmeye açıldı. Belgesel, Biret’in çocukluk yıllarında keşfedilişine, hiç yayınlanmamış fotoğraflar ve çok ilginç görüntülerle ışık tutuyor. Uluslararası ve Türkiye’den tanıklarla, piyanist tarafından belgesele özel çalınmış parçalarla, Paris’ten Brüksel’e uzanan çekimlerle, yoğun emek sonucu ortaya çıkmış bir çalışma.

Biret için bir büyük dönüm noktası 80’lerin sonunda gerçekleşmiş. Naxos’tan Klaus Heymann, dünyada ses getiren Liszt-Beethoven uyarlamalarını gördükten sonra, ona Chopin’in tüm eserlerini kaydetme teklifini götürmüş

İdil Biret’in dillere destan dehası ne zaman ortaya çıkmıştı? Tüm müzik harikaları gibi o da daha ufak yaşta seslere eğilim göstermiş, evdeki piyanonun üzerinde notaları çabucak ezberleyip parçalar çalmaya başlamış, piyano derslerine başlatılmış ve altı yaşında konsere çıkacak hale gelmiş. O günlerin, çiçeği burnunda, kültür ve sanata çok önem veren Türkiye Cumhuriyeti,  harika çocuğun dünya çapında bir hoca tarafından eğitilmesini isteyince, 1949’da Paris Konservatuvarı’nda okutulmak üzere ailesiyle birlikte Fransa’ya gönderilmiş. Düşünün ki bu yüzden o devirde adına bir kanun bile çıkarılmış: “İdil Biret Kanunu”. 

İdil Biret, 4 yaşında.

Küçük İdil, Paris’te Avrupa’nın en büyük müzik hocalarından Nadia Boulanger’nin öğrencisi olmuş. Zorlu konservatuvar yıllarından sonra, 19. asırda oluşmuş eski büyük piyanistler geleneğinin çok kıymetli hocalarından Alfred Cortot ile çalışmış. Derken, onu küçük yaşında tanıyan ve yine eski büyük piyanistler geleneğinin bir halkası olan Alman piyanist Wilhelm Kempff’le yaşam boyu süren hoca-öğrenci ve dostluk ilişkisi başlamış. 

Biret öyle bir çağda doğuyor ki eğitim alıp ortaya çıktığı 50’lerin sonlarına doğru, eşsiz 19. asır geleneğinin hocaları artık yaşlanmış ya da ölüp gitmişler ve bir çalma geleneğini de kendileriyle beraber götürmüşler. Düşünün ki yine tam aynı esnada, 50 sonrası yeni dünya, hayatın her alanında hızlı bir piyasalaşmanın içine girmekte… Nitekim bu piyasalaşma, plak şirketleri, sanatçılar ve seyirciler üçgenini çok etkileyecektir. Biret’in eşi ve menajeri Şefik Büyükyüksel’in 130 CD’lik kutunun sunuş yazısında örneklerle sunduğu gibi, sanat dünyası da kirlenmeden muaf kalmayacaktır. Boulanger-Cortot-Kempff gibi hocaların öğrencisi İdil Biret, bir taraftan 19. asrın yok olmaya yüz tutmuş, seçkin piyano geleneğini geleceğe doğru taşırken, diğer yandan da olağanüstü hafızası, piyano repertuarının tamamını ezberinde tutması gibi özellikleri sebebiyle büyük ihtimalle epey korkmuş rakipleri tarafından önünü kesmeye yönelik birçok girişime maruz kalacaktır.

Yaşam boyu hocası ve dostu, büyük Alman piyanist Wilhelm Kempff ile, Kempff’in Positano’daki evinde.

Biret için bir büyük dönüm noktası 80’lerin sonunda gerçekleşmiş. Naxos’tan Klaus Heymann, dünyada ses getiren Liszt-Beethoven uyarlamalarını gördükten sonra, ona Chopin’in tüm eserlerini kaydetme teklifini götürmüş. Bu kayıt, Naxos’un dünya çapında yaygın dinletme ağı sayesinde herkese ulaşmış, iki milyondan fazla satarak Biret’e tanınırlık ve aynı zamanda Polonya devletinin en yüksek liyakat nişanını getirmiştir. 

İngiltere’nin Chopin uzmanı keskin müzik eleştirmeni Jeremy Siepmann Chopin: A Reluctant Romantic kitabının sonunda, Chopin yorumcularına ayırdığı ekin başında, “Tüm kayıtları çalmış bir piyanist var mı?” sorusuna şöyle yanıt veriyor: “Chopin’in solo piyano için tüm eserlerini kaydetmek üzere yola çıkan birkaç piyanist oldu. Bunlardan yalnızca Vladimir Ashkenazy ve İdil Biret, parkuru tamamlayabildi. Nikita Magaloff ise hemen arkalarından üçüncü geliyor. Bu setlerden herbirinde övülecek şeyler olduğu gibi, kalite olarak da eşitsizlikler de var, ancak Biret’inki orkestral eserlerini de içeren tek külliyat.”

Biret’in bundan sonra daha da yoğunlaşan kayıt macerası, yazının başında değindiğim, “tüm eserleri” setlerinin birbirini izlemesiyle sonuçlanacaktır. 60’ların klasik müzik dünyasında, tanınmasının önüne bazı güçler tarafından set çekilmiş sanatçı, sonunda plak şirketlerinden tam bağımsızlığını ilan ederek kendi plak firmasını kurmuştur. İdil Biret Archives (IBA) etiketli firma, bu iştahlı, 200 yıl ömrü olsa yazılmış her şeyi çalacak ve kaydedecek kayıt devini bize getiriyor.

Biret’in piyanizmini anlamanın bir yolu, sulu gösteriş, gözü yaşlılık ve aşırı duygusallıktan özellikle uzak, 19. asır piyanistlerinin aristokratik ve soylu deyişine yakın olduğunu bilmek

İdil Biret belgeseli, piyanistin Brahms’ın bir yapıtının piyano transkripsiyonuyla başlıyor. Biret’in piyanist olarak bulunmaz bir başka yönü de transkripsiyon merakıdır. Liszt’in Beethoven senfonilerinin piyano transkripsiyonlarının tamamını (engellenme öyküsüne rağmen; bkz. plak içi ya da web sitesi) kaydeden Biret, hocası Kempff’in de meraklı olduğu bu alanda her daim kendi çalışmalarını yaptı. Son yıllarda konserlerdeki gözde bis parçası Kempff’in Handel “Minüe” uyarlamasını dinleyiciler hatırlayacaktır. Geçtiğimiz yıllarda Brahms senfonilerini ondan piyanoda dinlemenin zevkine vardık. Belgeselin de yine, Brahms’ın “Die Schöne Magelone”nin Biret tarafından yapılmış bir transkripsiyonuyla başlaması, sanatçının ilgi alanlarını anlatması bakımından anlamlı buldum. 130’luk kutuda da sayısız transkripsiyon bulacak dinleyici.

İdil Biret: Bir Harika Çocuğun Portresi’nin en ilginç yanlarından biri kuşkusuz, bir Tanrıça’ya benzettiğimiz figürün, insan yönlerine dair de bir şeyler öğrenmek: Biret’in konservatuvardan sıkılıp, Sibirya’ya gitme hayalleri kurması, kedilere olan düşkünlüğü, evinden, kütüphanesinden görüntüler, konser provaları görüntüleri ve doğallıkla çekilmiş konuşmalar onun eteklerindeki müzikseverler ve biz hayranları için, yaşamına doğru aralanan kapılar oluyor. Ayla Erduran da “mesafe”sinden bahsederken, “Onda bir kedilik var,” diye altını çiziyor. 

İdil Biret yorumları için, “duygu dalgalanmaları içinde”, “çok duygusal gösteriş yapıyor” gibi tarifler yapmak hiç şüphesiz zor; birçok sanatçının tersine. Biret’in piyanizmini anlamanın bir yolu, sulu gösteriş, gözü yaşlılık ve aşırı duygusallıktan özellikle uzak, 19. asır piyanistlerinin aristokratik ve soylu deyişine yakın olduğunu bilmek. Herkes Rachmaninoff’u olabilecek en patlamalı şekilde çalarken, bestecinin bize ulaşan plaklarındaki o gösterişsiz soyluluktan hayranlıkla dem vurmasını hatırlıyorum sanatçının. Diğer bir anahtarın da belgeselde Ayla Erduran ve Suna Kan’ın aktarımlarında dile getirilen, “kendine ve dünyaya karşı mesafeli olmak” tavrı olduğu düşünülebilir. 

Çocuk İdil ile aynı kanundan yararlandırılarak Paris’te okutulan Suna Kan, yabancı memlekette zorluklarla karşılaştığında İdil Biret’in kendisine “Bildiğin yoldan git. Başkalarının dediklerini önemseme,” diye salık verdiğini belirtiyor. Tavsiye, bir arkadaşlık ifadesinin yanı sıra bir karaktere de işaret ediyor olmalı: bir bağımsızlık ve kendi bildiği gibi yapma hâli. Ve bu da Biret’in yorumlarını, sanatçı kişiliğini, dünya sahnesinde var oluş şeklini ve projelerini anlamamızda bir üçüncü anahtar olmalı, diye düşünüyorum.

İdil Biret’in adı ve yaptıkları, Türkiye’nin klasik müzik alanında var olma iddiasıyla iç içe geçmiştir

İdil Biret, bizler için çok şey demek. Bu, her zaman böyleydi. Cumhuriyet modernleşme, kültür sanat alanında iddialı işler yaparken, İdil Biret’in ortaya çıkması da bir tesadüften de öte, adeta edebi, sembolik bir anlam taşıyordu. Sanata gönül vermiş kişiler olarak bunu böyle algıladık, ona bel bağladık. Nitekim, çok uzun ve detayları, çok bölümlü upuzun belgesellere de sığdıralamayacak hikâyenin neresinden bakarsak bakalım, İdil Biret’in adı ve yaptıkları, Türkiye’nin klasik müzik alanında var olma iddiasıyla iç içe geçmiştir. Biret, 70 yıllık kayıt ve sahne hayatında, o iddianın en büyük temsilciliğini, en zorlu taşıyıcılığını yapmıştır. Bir gün Türkiye’de bir konserinde kendisine plaket sunan belediye başkanı “Siz Türkiye Cumhuriyeti’nin ta kendisisiniz,” demişti. Onun sanat alanındaki iddiası ile erken Cumhuriyet’in kültür-sanat iddiasının, hatta Cumhuriyet’in kendisinin böyle değişik bir iç içeliği var işte. Bize aşıladığı tüm değerler, yaydığı o ışıl ışıl enerji, ürettiği sayısız yorum için kocaman bir teşekkür borçluyuz ona Türkiyeli sanatseverler olarak. Bir başka teşekkür de İdil Biret’in baştan sona yanında duran, uluslararası arenada kayıt projelerini yapan, 130 CD’lik o müthiş kutuyu (ve daha öncekileri) var etmiş, ömrünü bu dâhinin anlaşılmasına vakfetmiş eşi Şefik Büyükyüksel’e gidiyor.

İdil Biret, Çankaya’da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye çalıyor

İdil Biret, bizim için birçok şeyi temsil etmesinin yanı sıra, sınır tanımaz üretkenliği, yüksek dayanıklılığı, başladığı projeleri bitirerek emin adımlarla ilerleyen hâli ile her zaman bir moral kaynağı; bizi canlandıran, kendimize getiren bir sanatçıdır. Müzik dışındaki pek çok geniş ilgi alanları ile içinde yok’un olmadığı bir sonsuzluk pınarı gibidir. Ya da kendisinin de zaman zaman bahsettiği gibi ritm, armoni ve ezgiyle toplumuna şifa yayan bir şaman adeta. Bitmeyen bir içsel güç, 70 yılı aşkın kayıt projelerinin içinde, tükenmez bir sabır ve meslek sevgisidir. Depresyona girerseniz, ya da yolunuzda yorulursanız, belgeseli açın ve çetin projelerin içinde geçmekteyken kendisine yöneltilen soruya verdiği yanıtı duyun: “Dayanacaksın.”

GALERİ