Supertramp’in konser albümünde bir Türk imzası: Ayşegül Ulay anlatıyor

Yazarlarımızdan Aykut Öğer, Supertramp’in ‘Live ’88’ plak kapağını tasarlayan Ayşegül Ulay ile bu tasarımını ve diğer işlerini konuştu

Yeni bir plağa kavuşmak heyecan verici bir duygudur. Üstelik o plaktaki müzik ruhunuza hitap edebiliyor, size keyif veriyorsa tarifsiz bir haz ve mutluluk duyarsınız. Ancak bir plakseverin beklentisi diğer müzik formatları edinmiş olanlardan her zaman bir tık fazladır. Olmalıdır da.

O kadar ayrıntı var ki: Plak rengi, kartoneti, göbek etiketi, iç zarf ya da kitapçık… Böyle sayısız etkenin her biri, bu formatın hikayesini oluşturan birer küçük kahramandır. Ancak müziği saymazsak bu hikayenin açık ara en büyük kahramanı ön ve/veya arka kapaktır.

Kapak görselleri plağın kimliğini yansıtma yetisine sahip araçlardır. Sihirli bir yolculuğun başlangıcı da olabilirler, konsept dahilinde bir işaret de. Minimal, sade, süslü, abartılı, alakalı, alakasız, bazen de “işte budur” dediğiniz de olur, olmaz da. Etkisi yadsınamazdır.

Geçtiğimiz günlerde Kadıköy’ün otantik plak dükkanlarından Plakhane’nin raflarında keşif yaparken o güne kadar varlığından habersiz olduğum bir Supertramp plağına rastladım. Ön kapağı büyüledi beni. Pastel renklerle, elle çizilmiş hareketli bir müzisyen topluluğu… Adeta daha dinlemeden müziği hissettirdi bana.

Plağın kartonet ve iç zarfından bilgi toplamaya çalışırken gözlerim illüstrasyonu yapan isme takıldı: Ayşe Ulay! Gurbette tanıdığını gören biri gibi, plağa olan ilgim bir kat daha arttı. Zira sanatçı bizim coğrafyadandı ve dünyanın sayılı rock gruplarından birinin albüm kapağını çizmişti. Acaba ona ulaşıp bu görselle ilgili düşüncelerimi aktarsam mı diye aklımdan geçirirken, kendisine kişisel internet sitesi üzerinden bir e-posta yollamıştım bile. Kapaktan ötürü beğenimi iletip, bir söyleşi teklifinde bulundum.

Ayşe Ulay cevap vermekle kalmayıp söyleşi talebime şu nazik satırlarla onay verdi:

“Çok seneler evvel yaptığım bir işin bunca tesadüflerle yeniden önüme düşmesi, Plakhane’ye ulaşması, ilginizi çekip, üzerine yazmanız güzel bir sürpriz oldu. Plağın geri dönüşüyle birlikte, kapak işlevinin ötesinde, görselin plak dinleme ritüelinin bir parçası olarak hatırlanması sevindirici.

Yaşamın yavaşladığı, odaksız düşüncelerimizin ise geçmiş, şimdi ve gelecek arası gel-git’lendiği pandemi günleri, ‘hikaye’leri anımsamak ve anlatmak için uygun bir dönem olabilir.”

Şimdi, İngiliz rock grubu Supertramp’in Live ’88 plağının ön ve arka kapak görsellerini hazırlayan, grafik tasarımcı/illüstratör Ayşegül Ulay’ı tanıma ve dinleme vaktidir; röportaj içerisinde Ayşegül Ulay’ın çeşitli illüstrasyonlarıyla da karşılaşacaksınız, şimdiden haber edeyim!

“Supertramp’in ‘Live ’88’ kapağı, çok rahat çalıştığım bir projeydi. Albümün canlı kayıt olması nedeniyle üzerinde fazla oynanmamış, kayıtın ham ya da saf halini yansıtacak bir yaklaşım benimsedim.”

Ayşegül Hanım merhaba, sizi kısaca tanımak isteriz… Adınızla başlamak istiyorum. Plak iç zarfında Ayşe, e-postanızda Ayşe G., yapılan başka bir röportajda ise Ayşegül adını kullanıyorsunuz. Kafam karışmadı desem yalan olur. Öncelikle bunu merak ettim. Neden?

Merhabalar. İki farklı ülkede yaşamamdan kaynaklanan ve telaffuz sorunu yaşatan adım Ayşegül’ün, Los Angeles okul sürecinde “Icicle” (buzul sarkıt) sesini çağrıştırmasıyla adımın sonunu kırpma ihtiyacını hissettim. Sonu düşmüş haliyle adım, bu sefer de “Ace” olarak peşimi bırakmadıysa da orada kısa, burada uzun versiyonlarıyla anılmama neden olan bu durum, “buzul sarkıt” olmamdan daha tercih edilir bir kabule ulaştı sonunda… Yine de Türkçe’de adımın kısa kullanımıyla seslenilmesine hala yabancı olduğumu söylemeliyim. 

Detaylı ve aydınlatıcı cevabınız için teşekkür ederim. Bize akademik ve meslek yaşamınızdan bahseder misiniz Ayşegül Hanım?

Akademik yaşamım UESYO, Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu’nda Grafik Tasarım Bölümü’nde başladı. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi bünyesinde, Bauhaus pratiğini benimsemiş, harika bir okuldu. Sabri Berkel, Emin Barın, Edip Hakkı Köseoğlu dönemlerine yetişecek kadar şanslıydım. Yurdaer Altıntaş, Bülent Erkmen ve Mesut Manioğlu, iletkenliği yüksek, aykırı yaklaşımları teşvik eden eğitmenlerimizdi. Okul, mezuniyetimden önce yapısal bir değişiklikle Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi kapsamına alınıp, eritildi. Böylece İDGSA UESYO olarak başladığım okulum MSGSÜ’ye dönüştü. Farkındaysanız isim değişkenliği meselesi o yıllarda başlamış…  

Mezuniyetimden sonra Los Angeles’a taşındım, Art Center College of Design’da “İllüstrasyon/Resim” eğitimi aldım. ACCD zor bir okuldu. İlk sene sınıfın yarısı okulu terk etti. Ancak o dönem ihtiyacım olduğunu düşündüğüm formal disiplin ve teknik gelişimimi karşılayan bir okul oldu. Tarzan çizgi romanlarıyla meşhur Burne Hogarth’dan anatomiyi, Disney’in ilk Fantasia animatörü Eugene Fleury’den stilizasyonu, Columbia Records kapaklarını tasarlayan Phillip Hays’den eğlence sektörünün beklentilerini ve kariyer yolumu açan editöryal tasarım ustası Rip Georges’dan özgün olabilmenin rahatlığını öğrenme fırsatı buldum. 

İlk basılı işlerim okul sürecinde iki poster yarışması kapsamında ödül almam sonucu gerçekleşti. Biri mimari bir büro olan Herb Nadel & Associates için yeni yıl posteri, diğeri ise Northrop Corp. sponsorluğunda National Symphony Orchestra için yaptığım sezon posteriydi. 

ACCD’den mezuniyetim sonrası Rip Georges Los Angeles için LA Style Magazine adında bir sanat, kültür, moda dergisi çıkarma aşamasında, LA’in ikonik yerlerinden oluşan bir seri teaser duyurularını illüstre etmemi istedi. Dikkat çeken bir dergi olmasıyla ve bu referansla A&M Records, Playboy Jazz Festival, Hollywood Reporter, LA Times Magazine gibi yayınlarla çalıştığım bir müşteri portfolyosu gelişti.

Bu süreçte grafik tasarımcı/yazar Faruk Ulay ile Ulay & Ulay Design’ı kurduk. Dijital devrim gerçekleşmiş, geleneksel medya tekniklerini rafa kaldırma zamanımız gelmişti… Çizim programı olarak sadece vektör çizim yapılabilen Freehand’i kendi çizgimi uygulayabilecek şekilde keşfetmeye çalışıyordum. Fractal Design Painter’ın piyasaya çıkması ve tablet gelişimiyle birlikte tradisyonel medyaya yakın bir sonuç elde etmeye başlamıştım. Fractal’da beta tester olarak bir illüstratörün beklentileri bağlamında geri dönüşler hazırlıyordum. Doku ve kağıdın önemi, geleneksel çizme alışkanlıklarımız, kağıdı çevirerek çizme pratiği gibi tableti çevirerek çalışabilme olanağı, kalemle farklı basınç uygulayarak elde edilen tonlamalar, suluboyanın transparan katmanları gibi aradığımız teknikler yazılıma ekleniyordu. O dönem Siggraph sergileri, toplantıları ve teknik yazarlıkla geçti. Bir yandan picture font tasarımıyla ilgileniyordum. Letraset’e “Diversions”, Fontek’e de “Critters” adlı font tasarımları yaptım. Diğer uzun süreli bir müşterim Santa Monica Belediye’siydi. Ekolojik farkındalık programları için seri broşür illüstrasyonları hazırlıyordum. Faruk Ulay’ın “locusnovus” sitesinde yazarlarla metin-imge ortak çalışmaları devam ediyordu.

Son yıllarda fotoğrafik projelere odaklandım. Grafik tasarım anlayışımı fotoğrafa taşımaya çalışıyorum. Bu işlerden bir örnek “İ.D. L.A.” adını verdiğim, Milli Reasürans’da sergisi gerçekleşen vernacular L.A kapsamında bir seri oldu. 

Etkilendiğiniz çizerler kimlerdir? 

Farklı disiplinlerden etkilendiğim birçok sanatçı var. Bunlar illa ki çizer değiller. İşlerin bitmiş hallerinden çok keşif anlarını yansıtan eskiz aşamasını samimi ve dinamik bulduğumu, sanatçı eskizleriyle daha çok ilgilendiğimi söyleyebilirim. Grafiğin yalın gücü anlamında Ed Ruscha ve Bauhaus ustaları; çizimin muzipliği ve akıcılığı açısından Matisse; yazı ve fotoğraf birlikteliği için Duanne Michaels ve Sophie Calle; çizimlerini nasıl binaya dönüştürdüğüne hayret ettiğim Frank Gehry; Fernand Leger’in illüstratif tipografi çözümleri; Jawlensky portreleri ve Ludwig Kirchner figürleri… Bunlar hiç bıkmadan baktığım sanatçılar ve işleri.

“Kreatif direktör Frankel, Supertramp’in kurucu ortağı Rick Davies’in işe bayıldığını, orijinalini kendi stüdyo koleksiyonuna almak istediğini iletti.”

Supertramp projesine nasıl dahil oldunuz?

Herb Alpert ve Jerry Moss’un kurduğu, West Coast’un o zamanlar bağımsız ve parlak plak şirketi olan A&M Records’un, Charlie Chaplin Stüdyolarındaki masalsı biraz da gotik mekanlarının Polygram, sonra da Universal’e devredilmesi öncesinde, son bağımsız dönemlerinde gerçekleştirmiştim o işi. 

A&M Records’un kreatif direktörü Richard Frankel, o yıllarda yeni çıkan LA Style dergisine yaptığım illüstrasyonları görmüş ve firmanın Grammy Ödülleri duyurusu için başvuruda bulunmuştu. O Grammy ilanı da Rick Davies’in ilgisini çekmiş, kapak işi bana gelmişti. 

Kapak fikri nereden geldi? Bu çalışmada tamamen özgür müydünüz, yoksa önceden bir konsept belirlenmiş miydi? İşleyiş nasıldı?

Kapak için bir konsept belirlenmemişti. Ne bir müdahale ne de bir yönlendirme oldu… Tamamen serbesttim. Çok rahat çalıştığım bir projeydi. Grammy illüstrasyonunun epey sükse yaptığını ve o çizgide bir kapak istediklerini söylediler. Albümün canlı kayıt olması nedeniyle üzerinde fazla oynanmamış, kayıtın ham ya da saf halini yansıtacak bir yaklaşım benimsedim.

Peki, kapak bittikten sonra tepkiler ne oldu?

İş çok heyecanla karşılandı. Kreatif direktör Frankel, Supertramp’in kurucu ortağı Rick Davies’in işe bayıldığını, orijinalini kendi stüdyo koleksiyonuna almak istediğini iletti.

Müzik endüstrisinde Supertramp öncesinde veya sonrasında bir çalışmanız oldu mu?

Pek olmadı. Sadece daha önceki cevaplarda bahsettiğim National Symphony Orchestra ’nın sezon posteri, A&M Records için Grammy Ödülleri duyurusu, Playboy Jazz Festivali kataloğunda yer alan Branford Marsalis makalesi için bir spot illüstrasyonu yaptım.

Ülkemizde müzikle ilintili grafik dizayn alanında herhangi bir girişiminiz oldu mu ya da bir teklif aldınız mı? 

Bir iki iş geldi. İyi tecrübeler değildi. İşlerimi sormadan kırpan bir müzik dergisi ile ortak bir görüşe varamadığımız bir caz kulübünün logo işi gelmişti. 

Böyle süregelen ve sadece müzik sektörüyle de sınırlı olmayan daha yaygın bir sorun var maalesef… Mesela, gayet saygın bir yayınevi Faruk Ulay için yaptığım bir işin kapak künyesine benim adım yerine, yazarın adını basmıştı. Kitap baskısı elimize ulaştığında yapılacak bir şey olmadığı için “Hiç değilse yabancı birine kredi vermemişler!” diyerek gülüp geçmiştik. Özür bile dilemediler. 

Yerli plak sektörümüzü takip ediyor musunuz? Günümüzde yeni plak basımlarının çok revaçta olduğu ülkemizde yerli firmalardan teklif gelse yanıtınız ne olurdu?

Takip edemedim doğrusu. İlişki kurabileceğim bir tür olduğu sürece neden olmasın.

Özel yaşamınızda ne tarz müzik dinlersiniz? Plak formatına yakın mısınız? 

Seneler içinde eklektik bir beğenim oluştu. Ne dinlediğim, salt dinlemenin dışında, yaptığım işe ve hangi ortamda olduğuma göre değişkenlik gösteriyor. Horace Tapscott ve Brad Meldau’nun progresif caz piyano sololarından, Toqinho’nun bossa gitar tınılarına; minimalist John Adams’tan, Handel kantata’larına uzanan, bazen Jimmy Rosenberg’in manousche swing’ine bazen de Big Bad Vodoo Daddy’e savrulan, aklıma düşüp, tembel araba sürüşlerine eşlik eden Llyle Mays ve Pat Metheny’nin saykodelik rock örneklerini de içeren karmaşık bir bileşke. 

90’larda hayli geniş bir plak koleksiyonumuz oluşmuştu. Şehir zaten bir plakçı cennetiydi. Poo Bah, Canterburry Records, Rhino Records gibi şehrin simgesi olmuş yerel plakçılara zamanla Amoeba Music, Tower ve Virgin de eklemlenmişti. Plakçıların çoğu cuma akşamları jam session düzenliyordu. O zamanlar kulüpler de hareketliydi. Caz müzisyenleriyle kurulan dostluklar, sohbetlerle samimi ortamlardı. Bulamadığımız bazı koleksiyonları kütüphanelerden ödünç alıp, kaydediyorduk. 

Sonra bu koleksiyonu tasfiye edip, CD’ye geçtik ve yeniden koleksiyona başladık. Ben CD’de kaldım, eşim plağa geri döndü. Evde şimdi dokunmaya korktuğum rebuilt bir Garard 301 var. Analog ses derinliğinin ötesinde, kırılgan iğnenin vinyl’a indiği anın gerilimi, dönüşünün hipnotize devingenliği, dinleme zevkinin ötesine geçen kültü, tozdan bile sakınılan ayinsel özellikleriyle plak yeniden yaşamıma girmek üzere göz kırpıyor.

En heyecan verici bulduğunuz, en beğendiğiniz beş plak kapağını seçmenizi istesek hangi kapakları seçerdiniz?

Beş kapaktan biri mutlaka bir David Stone Martin tasarımı olur. En başta da Mercury Records’tan çıkan Bird & Diz kapağı…

Yapım aşamasında şişme domuzun uçup kaybolduğu ve hava trafiğini engellediği için polis karakolunda biten absürt hikayesiyle Pink Floyd’un Animals albümü, ikinci sırada gelir.

Reid Miles’ın hala taze tipografik ustalığını yansıtan, Blue Note çıkışlı Joe Henderson albümü  In’n Out üçüncü sırada…

Alien’ının yaratıcısı Hans Ruedi Giger’in fantastik kurgusuyla ELP’den Brain Salad Surgery dördüncü… 

John Lennon’ın 1952’de, 11 yaşındayken çizdiği illüstrasyonları kullandığı Walls and Bridges ise beşinci tercihim. 

Grafik tasarımın vazgeçilmez öğelerinden biri olan illüstrasyonun plak dünyasıyla birleştiği noktada bizi misafir ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. İlave etmek istediğiniz son bir notunuz var mı?

Ben teşekkür ederim. İyi bir kazı-anı oldu. “Yeniden Plak” mottosuyla ilerleyen süreçte, plak kültürünü hatırlatma, günümüze taşıma ve bilgilendirme görevlerini üstlenen “Plak Mecmuası” çalışmalarınızda başarılar diliyorum.