Tanaë: “Geçmişin yaralarıyla dans edebilmeyi seviyorum”

Son yıllarda dünya pop müziğinde sadeliğe doğru bir eğilim baş gösterdi. Az enstrüman, basit besteler ve genelde gösterişten uzak bir vokal… Bu müziğe anlamlı, bir derdi olan sözler eşlik eder. İşte, böyle bir şey. 

Bu eğilimin en bilindik temsilcisi herhalde Billie Eilish’tir ancak dünyanın çeşitli ülkelerinde birçok genç pop şarkıcısı böyle bir tarz tutturmuş halde. Belçika’da da Tanaë var! Her yeni işiyle adını daha çok duyuran genç sanatçının ülkemizde de epey dinleyicisi bulunuyor. Tanaë ile henüz hâlâ yeni sayılabilecek ama muhtemelen ömrü uzun olacak kariyerini, şarkılarını, ilk albümü Talking to Myself’i ve son teklisi “Heart Wide Open”ı konuştuk. 

Keyifli okumalar dileriz! 

“Şarkılarımın içerikleri bazen hüzünlü olsa da hüznü hep pozitif şekilde kavrıyorum”

Merhaba. Öncelikle, Seni biraz daha tanıyabilir miyiz? Müzikle ilgilenmeye ne zaman ve nasıl başladın? Nasıl bir ailede büyüdün? Alaylı mısın mektepli mi? Yani, Tanaë kimdir? 

Ben 24 yaşında, Belçikalı bir şarkıcıyım ve aynı zamanda Liège’deki Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenciyim. Müzikle ilgilenmeye çok genç yaşta başladım. Annem hep şarkı söylerdi, sevdiğim birçok grubu keşfetmemi de o sağladı ve bana farklı müzik tarzlarının kapısını açtı. Şarkı söylemeyi kendi başıma öğrendim; banyomda ve odamda, kayıt yaptığım bilgisayarımın başında. 

Hemen herkesin idolleri vardır. Seninkiler kimler? 

Benim çok idolüm var. Amy Winehouse, Jorja Smith, Billie Eilish, The Black Keys, Tora, Rihanna, Drake, Mac Miller… Bir de daha gençken büyük bir Avril Lavigne hayranıydım!

Pop müzikte daha sade şarkılar yapmak gibi bir eğilim var sanki… Billi Eilish, bu tarzın muhtemelen en bilindik ismi. Basit düzenlemelerle gösterişsiz, yalın vokaller ama bir o kadar güçlü sözler… Kendi müzik tarzını bu yeni pop tarzına yakın buluyor musun? Başka deyişle, kendi müziğini nasıl tarif edersin ve senin müziğin bugünün pop müzik dünyasında nereye oturuyor? 

Evet, böyle bir eğilim var ve benim de yapmaktan hoşlandığım müzik tarzı bu. Gerçi benim her bir şarkımda ses acayip önemlidir, vurgulanır. Birkaç ses ve ilginç geri vokaller kullanmayı; havalı armoniler araştırmayı severim. Geçen yıllarda şarkılarımdaki beat’leri geliştirmeyi ve bestelerde hâlâ sade olsa da doğru sesleri bulmayı istediğimi fark ettim. 

‘Talking to Myself’ (2019) senin tek albümün. Bu albümü nasıl geliştirdin? Kimlerle çalıştın? Başından sonuna bize bu albümün oluşma sürecinden bahsedebilir misin? 

Gerçekten karmaşık bir süreçti çünkü 2018’de yayınladığım EP’den sonra bu albüme el atmayı çok istemiştim ve benim için yepyeni bir dünyaydı; stüdyo, şarkıların besteleri, sözlerin yazımı… Tam bir keşifti. Albümde çok kişisel konularla ilgili güçlü sözlere sahip şarkılar olsun istedim. Etrafımda hep güvenilir kişiler vardı, Manu Freson gibi. Şarkıları bestelemeye onunla başladık. Yannick Lemoine vardı, onunla da kimi şarkı sözlerini çalıştık. Ardından iş görsel kısma geldi ki buna da çok önem veriyordum, albüm bana benzesin istiyordum çünkü. Albümün kapağını yaptık, tanıtım fotoğrafları ve bazı klipler çektik. “Mirror” şarkısı için çektiğimiz klipte Juliette Reip ile, “The Fire of Us” için çektiğimiz klipteyse Maxime Lorand ile çalıştım. 

Albümden önce bir EP ve birkaç da tekli yayınlamıştın. Bunlar albüm için bir çeşit hazırlık mıydı? En sevdiğin format ne; albüm mü, EP mi yoksa tekli mi? 

Evet, 2018’de “Introspection” isimli bir EP yayınladım. Ancak teklileri saymazsak kariyerime onunla başlasam da ona çok yakın hissetmiyorum kendimi… Çünkü sesimi henüz yeni keşfetmiştim ve onunla ilgili hiçbir şey bilmiyordum aslında, bu yüzden de o EP’ye çok da giremedim. Her format birbirinden farklı ve farklı hazırlıklar istiyor. Konu bir albüm ya da EP oldu mu ben kendimi hep daha stresli hissediyorum; çünkü onlarda beklenti de risk de daha yüksek oluyor.  

“Türkiye’den Evdeki Saat’in ‘Uzunlar V1’ şarkısını epey dinliyorum. Lin Pesto’yu da çok dinliyorum.”

Pandemi günlerini nasıl geçiriyorsun? Yeni bir şeyler üzerinde çalışıyor musun? 

Hâlâ öğrenciyim, haliyle uzaktan eğitim şeklinde derslerim devam ediyor. Fakat normal sosyal ilişkilerin olduğu bir hayata kavuşmayı, ailemi ve arkadaşlarımı görmeyi ve tabii ki yeniden konser vermeye başlayıp dinleyicilerimle buluşmayı çok ama çok istiyorum. Yeni bir şeyler üzerinde de çalışıyorum; Mart ayında bir EP yayınlamaya hazırlanıyorum ve bu yüzden çok sevinçliyim. 

En son Ekim ayında ‘Heart Wide Open’ şarkını yayınladın. Bu şarkıyı pandemi sırasında mı kaydettin? 

Evet, son dönemde yaptığım hemen her şeyi pandemi süresinde yaptım. Duruma uyum sağlamam gerekiyordu ve evde çekilmiş kliplere dönerek yaptığım buydu, uyum sağlamaktı. “Listen” ve Arnaud Perrier ile yaptığımız “Heart Wide Open” kliplerini evde çektim. 

Hemen her şarkında az ya da çok bir melankoli duygusu seziliyor. Bunun nedeni ne? 

Çok doğru. Bence bu daha çok neşeli bir melankoli. Çünkü şarkılarımın içerikleri bazen hüzünlü olsa da hüznü hep pozitif şekilde kavrıyorum. Geçmişin yaralarıyla dans edebilmeyi seviyorum.

Türkiye’de epey dinleyicin var. Senin dinlediğin Türk müzisyenler var mı peki? 

Evdeki Saat’in “Uzunlar V1” şarkısını epey dinliyorum. Bir defasında da Instagram üzerinden Türk takipçilerime ne dinleyebileceğimi sordum ve bana sevebileceğim birkaç sanatçının şarkılarını gönderdiler. Onlardan biri de Lin Pesto’ydu ve onu da çok fazla dinliyorum. Başka önerilere de açığım! (Gülüyor) 

Pandemiden sonra seni Türkiye’de dinleme şansımız olacak mı? 

Evet, tabii ki! Aslında, geçtiğimiz Nisan ayında İstanbul’da bir tanıtım turnesi yapacaktım ama pandemi engel oldu. Türkiye’deki dinleyicilerim beni muazzam derecede destekliyor, onlarla buluşmayı gerçekten çok istiyorum.