Zamanın Ötesindeki Müzik “Yoldaş”lığı: Sultan-ı Yegâh Üzerine | Batıkan Baksı
‘Sultan-ı Yegâh’ çağının ötesindeki sound’uyla değişimin eşiğinde olan Türk müziğine bir mihenk taşı olarak yerleşmiştir
Her yılın başlangıcında o senenin bereketiyle gelmesini; bol bol konser izleyip yepyeni albümlerle, müzikal gelişmelerle karşılaşmayı dilerim. 2020’ye de aynı dileklerle başlasam da hayatımız yaklaşık iki üç ay içerisinde tepetaklak oldu. Evlere kapandık; yeni çıkan şarkıları ekseriyetle dijital ortamlardan dinler, canlı yayın konserleri izler olduk. Plak almak için plakçılara bile gidemedik. Yine de tüm bu karamsar ortam içinde bizi heyecanlandıracak gelişmelerle de karşılaştık, karşılaşmaya devam ediyoruz. Bir nebze de olsa, içinde bulunduğumuz durumun gerginliğinden uzaklaştıran bu haberler bazen bir tekli, bazen dolu dolu bir albüm, bazen de gün yüzüne çıkan saklı kayıtlar oluyor. Bu yazım da tam olarak, duyduğum andan itibaren içimi kıpır kıpır eden bir çalışmaya ait olacak. Nur Yoldaş’ın 1981 çıkışlı, müzik tarihimiz için önemi tartışmaya dahi kapalı olan albümü Sultan-ı Yegâh’ın yeniden basım plağını anlatacağım bu yazıda. Biraz 80’lere ışınlanacak, biraz da albüm içerisindeki şarkılara yakından bakacağız.
Aslında bu albümün yeniden basılmasını uzun zamandır bekliyordum. CD baskısı olsa da, plak arşivimde de yerini alması gerektiğini düşündüğüm Sultan-ı Yegâh’ın yeniden basılacağını ise Nur Yoldaş’ın Murat Meriç’in Plak Dolabı programına katıldığı bir bölümde duymuş (yanılmıyorsam 2017’de yayınlanmış bir bölümdü), çıkacağı günü heyecanla beklemeye koyulmuşken aradan uzun zaman geçti. Müzik sektörünün durakladığı günlerden geçerken, sonunda beklediğim haber geldi ve bu efsanevi albümün yeniden basımının satışa çıkacağını öğrendim. Karantina sürecinin ilk günlerinde Nur Yoldaş’ın bize bir sürpriz yaparak Mayıs ayında çıkardığı ve Türkçe rock şarkılarından bir derleme yaptığı İz Bırakanlar, Vol.1 albümünün heyecanını daha üzerimizden atamamışken böyle bir haber almanın keyfi çok başkaydı.
Bazı albümlerin hak ettiği değeri eninde sonunda kazandığını gördüğümde yaşadığım mutluluğun tarifi yok. Sultan-ı Yegâh da bu eserlerden. Albümü ilk dinlediğim günü hatırlıyorum. Daha doğrusu albüme adını veren, 45’lik olarak da yayınlanmış şarkıyı. Intro’suyla birlikte odayı saran zamansızlık dalgasına sebep şarkının dönemini kestirebilmem çok zor olmuştu. Zira bazı şarkılar vardır, o şarkıları belli bir zamana sığdıramazsınız. “Sultan-ı Yegâh” da çağının ötesindeki sound’uyla değişimin eşiğinde olan Türk müziğine bir mihenk taşı olarak yerleşmiştir.
1980’le beraber değişmekte olan Türkiye’nin müzikal yapısı; protest müzikten uzaklaşan, dönemin karanlığının etkisiyle arabeskin yükseldiği, pop müziğin farklı bir yöne evrildiği bir süreçten geçerken Ergüder Yoldaş ile Nur Yoldaş’ın harika ortaklığı, o güne kadar çok da rastlanmamış bir çalışma ortaya çıkardı. Aslında bu ortaklığı anlatmak için biraz daha geriye, 70’lerin ortasına dönmek gerekiyor.
Nur Yoldaş, müzik yolculuğuna Nur Belda adıyla Günaydın Gazetesi Altın Mikrofon Yarışması’yla adım atar. 1972 yılında “Kardaş” adlı şarkıyla katıldığı bu yarışmada Edip Akbayram, Salim Dündar, İlham Gencer, İskender Doğan gibi isimlerle beraber yarışır. Sonraları gece kulüplerinde sahneye çıkmaya başlayan sanatçı, kolay kolay taklit edilemeyen baş döndürücü sesi ve ayrıksı duruşuyla büyük ilgi toplarken, 1974’te ilk 45’liği olan “Aşk Bir Fantazi / Bile Bile”yi Polydor etiketiyle çıkarır. 1976’da sesini iyice eğitmek amacıyla Ergüder Yoldaş’tan ses eğitimi almaya başlar. Türk müziğinin en özel ortaklıklarından birine imza atacaklarını bilmeden eğitime devam eden çift, aynı yıl evlenir. Evliliklerinin ardından müzikal çalışmalarını hızla sürdüren Yoldaş çifti, 1979 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nın elemelerine “İlyada” isimli şarkıyla katılır ancak şarkının Antik Yunan’a göndermeler yapması hoş karşılanmaz. Türkiye de zaten o sene yarışmanın İsrail tarafından Kudüs’te düzenlenecek olmasından dolayı yarışmadan çekilir.
Yukarıda da anlattığım gibi Türkiye, 1980’le birlikte hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir döneme merhaba der. Müzik de bu dönemden nasibini alır. 1960’ların sonunda başlayan, Doğu ile Batı’yı sentezleyerek kendi müziğimizin zenginliğini dış dünyaya gösterme heyecanı 70’ler boyunca da sürmüş ancak 1980’lerle beraber duraksamaya başlamıştır. Sentez arayışı yerini, arabesk ve popun hakimiyetine bırakmış; daha iki üç sene öncesine kadar ortalığı kasıp kavuran müziklere sırt çevrilmiştir. Ancak Yoldaş çifti doğru bildikleri şekilde müzik yapmaya devam ederler. İşte Sultan-ı Yegâh tam da bu dönemde çölde bir vaha gibi müzik tarihimize katılır.
Bu albümün türüne Osmanlı pop diyen de var, Doğu – Batı sentezi diyen de. Ben tek bir türle sınıflandırmıyorum zira albümün her noktasında progresif öğeler, Anadolu pop’tan el almış melodiler, funk groove’ları içeren partisyonlar var. Ergüder Yoldaş’ın ne kadar harika bir kompozitör ve Nur Yoldaş’ın nasıl özel bir ses olduğunu gösteren bu albüm baştan sona TSM makamlarından oluşuyor. Divan Edebiyatı’ndan izlerin hakim olduğu çalışma, her ne kadar anlaşılması kolay sözlere sahip olmasa da döneminde rekor sayılabilecek bir satışa ulaşmış; üstüne bir de 1982 yılında Altın Plak ödülüne layık görülmüş.
Peki sadece Ergüder ve Nur Yoldaş’ın ustalığı mı bu albümü böylesine inanılmaz kılıyor dersiniz? Abümde yer alan müzisyen kadrosunu gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Yazımın sonlarına doğru bu kadrodan da bahsedeceğim, muhtemelen siz de bir “Vay be!” diyeceksiniz. Şimdi zamanın ötesindeki bu özel albümden bahsetmeye geçiyorum. Kemerlerinizi bağlayın ve Sultan-ı Yegâh’ı dinlemeye başlayın, büyülü bir müzikal yolculuğa çıkıyoruz!
Albümün A yüzü, muhayyer kürdî makamında “Mihrimâh” ile başlıyor. Yaylı partisyonuyla açılan şarkı, lezzetli bir bas yürüyüşüyle devam ediyor. Funk gitarların eşlik ettiği şarkı, albümde en sevdiğim parçalardan. Divan edebiyatından uyarlanan eserlerde çok da rastlamadığımız tiz sesler ve yükselişlere sahip.
Söz ve bestesi Ergüder Yoldaş’ın imzasını taşıyan “Mihrimâh”, yerini bir başka Ergüder Yoldaş çalışmasına bırakıyor. Nur Yoldaş külliyatında en çok bilinen ve büyük bir coşkuyla eşlik edilen “Sâki”, keskin bas yürüyüşleriyle karşılıyor bizi. Garo Mafyan’ın synth melodileriyle devam eden ve insanı büyülü bir dünyaya sürükleyen bu şarkıyı yanılmıyorsam 2016 yılında, Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda Şebnem Ferah’ın sesinden de dinlemiştim. En az Nur Yoldaş’ın yorumu kadar etkileyiciydi.
Ben bunları anlatırken arkada bir Rhodes klavye melodisi duymaya başlıyorum. Her dönemin müziğine yakışan bu harika tonlara özellikle değinmek istedim. Sözleri Pir Sultan Abdal tarafından yazılan “Kömür Gözlüm”, Nur Yoldaş’ın kadife sesiyle baş döndürdüğü bir çalışma. Huseynî makamında bestelenen şarkıyı dinlerken zamanın durduğuna şahit olabilirsiniz. En azından ben dinlerken öyle hissediyorum.
Bu albüme dair en sevdiğim noktalardan birisi, tek bir düzlem üzerinde gitmiyor olması. Az önce zamanı durdurduğundan bahsettiğim “Kömür Gözlüm”ün ardından gelen segâh makamındaki “Disko Segâh”, adından da anlaşıldığı gibi dönemin disko müziğiyle harmanlanmış bir çalışma. Söz ve bestesi Ergüder Yoldaş’a ait olan şarkı, yaylı melodisiyle odayı kaplıyor. 80’lerden ziyade 70’ler havası aldığım çalışmadaki yaylı tanbur geçişleri de ilgimi çeken başka bir detay. Yoldaş çiftine eşlik ettiğimiz müzikal yolculukta A yüzünü yavaş yavaş kapatıyoruz. Kapanış şarkısı da hümayûn makamında bestelenen, sözleri divan şairi Seyyid Nesimî’ye ait “Nâgehan Bûstan Faslı”; hareketli bir ritimle başlıyor. Klavye melodilerine bayıldığım için devamında gelen synth tonları, bu şarkıya dair en sevdiğim noktalardan. Tekerleme edasıyla akıp giden “dem bu demdir, dem bu demdir, dem bu dem” sözlerine eşlik ederken, içimi de bir neşe kaplayıveriyor!
Albümün yarattığı müzikal atmosferi bozmadan hemen B yüzüne dönüyorum. Albümün ikinci yüzü, benim de en sevdiğim Divan şairlerinden biri olan Nedim’in ünlü şiirinden, buselik makamında bestelenmiş “Sa’d-âbâd” ile başlıyor. Aynı zamanda albümdeki en uzun şarkılardan biri olan “Sa’d-âbâd”, Lale Devri’nden esintiler yaşatırken, bir anda 70’lere geri dönüyor ve Attila İlhan’ın kaleminden dökülen bir şarkıyı dinlemeye başlıyoruz. Aynı adı gibi mahûr makamında bestelenen “Mahûr”, pek çoklarının sandığı gibi bir aşk şarkısı değil; Attilâ İlhan’ın Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamının ardından, onları andığı bir şiir. 1993 yılında Ahmet Kaya da bu şiiri Tedirgin albümünde farklı bir düzenlemeyle yorumlamıştı. Sultan-ı Yegâh albümünde şiirin tamamının bestelenmediği “Mahûr”, albümün en özel duraklarından birisi ve Ahmet Kaya versiyonunun aksine majör gamlarda yazılmış, neşeli sayılabilecek bir şarkı.
Sultan-ı Yegâh, divan edebiyatının hakim olduğu bir albüm olduğu için, her noktasında birbirinden özel şairlere rastlıyoruz. B yüzünün ortasına geldiğimizde, Divan şairlerinin beyitlerinden birleştirilerek oluşturulan “Defter-i Divanımız”ı duyuyoruz. Hicaz makamında bestelenen bu şarkı, bence albümün en “gam yüklü” şarkısı. Bu şarkıyla albümdeki divan şairlerine ait eserler de sona eriyor. Şimdi sırada “Şair-i Azam” olarak da bilinen Abdülhak Hamit Tarhan’ın şiirinden bestelenen bir eser var. Ferahfezâ makamında bestelenen “Nedir Yârabbi Derdim”, keyifli mi keyifli synth intro’suyla bize güzel bir “hoş geldin” diyor. Bu şarkıda klavyelerden sonra en sevdiğim bölüm ise Nur Yoldaş’ın “Nedir yarabbi” sözünü söylerken yaklaşık sekiz saniye süren nağmeli vokali.
Geldik sona… Anlatırken en heyecan duyacağım bölüme. Albüme adını veren “Sultan-ı Yegâh”ın funk gitarları çalmaya başladı bile ben bunları yazarken. İlk duyduğumda kulaklarıma inanamadığım, tam da yukarıda bahsettiğim gibi zamanın ötesindeki klavye notaları çalarken, istemsizce başımı sallıyorum. Son zamanlarda Mor ve Ötesi’nin yorumuyla yeni kuşağın da tanıdığı, Attilâ İlhan’ın aynı adlı şiirinden bestelenen “Sultan-ı Yegâh”, adı gibi sultanîyegâh makamında bestelenmiş ve dillere pelesenk olmuş bir şarkı. Daha önce Özge Fışkın tarafından da yorumlanan şarkı, Nur Yoldaş’ın da “Bayan Sultan-ı Yegah” olarak tanınmasına sebep olmuştu. Şarkı ilk çıktığı dönemde TRT’nin denetim kurulu tarafından veto yemiş, sebep olarak da makamın adının yanlış yazılması gösterilmişti. Daha sonra TRT’nin isteği doğrultusunda, Attilâ İlhan’ın da onayıyla, düzeltilerek yeniden yayınlanan şarkı bu şekilde kendine yer bulmuş, Türkiye’de büyük ses getirmişti. Sözleriyle ayrı, müzikalitesiyle ayrı keyif veren şarkı hâlâ nerede çalınsa hep bir ağızdan eşlik edilen şarkılar arasında da yer alıyor.
Türkiye müzik tarihi için, belirttiğim gibi önemi tartışmaya kapalı olan albümlerden olan Sultan-ı Yegâh’ın kadrosuna da değinmeden geçemeyeceğim, bu rüya kadroyu bir araya getirdiği için bile Ergüder Yoldaş’ın müzikal dehasına hayran olmak mümkün.
Beste, Düzenleme ve Yönetim: Ergüder Yoldaş
Orkestra: İstanbul Gelişim Orkestrası
Klavyeler: Garo Mafyan
Akustik ve Elektrik Gitar: Selçuk Başar
Bas Gitar: Uğur Başar
Vurmalı Çalgılar: Cengiz Teoman
Yaylı Çalgılar: İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası
Trompetler: Sükan Tangüner / Gökmen Ahmet
Solo Flüt: Süheyl Denizci
Solo Klarinet: Turgay Özüfler
Kemençe: Cüneyt Orhon
Yaylı Tanbur: Sadun Aksüt
Stüdyo: İstanbul Gelişim Stüdyosu
Kayıt: Doruk Onatkut
Prodüktör: Ergüder Yoldaş
Yeniden baskı!
Can sıkıcı olaylarla geçen 2020’nin en güzel gelişmelerinden biri olan Sultan-ı Yegâh’ın yeniden basılmış plağına gelince… Plak, 180 gram ağırlığında ve kırmızı renkte basılmış. Tamamı analog kayıtlardan basılan albümü tablaya yerleştirdiğim andan itibaren büyük keyif aldım. Müzik yazarları Murat Beşer ve Naim Dilmener’in albüme dair yazılarının da yer aldığı insert ile desteklenen plak, değiştirilmemiş kapağıyla da tüm orijinalliğini koruyor. Metropol Müzik lisansıyla Laluna tarafından üretilen açılır kapaklı plak, arşivlerin en başta gelen parçalarından biri olacak gibi de gözüküyor.