Müge: “Müzik üretmek, hayatını sanata çevirmek ve onun melodisini söyleyebilmek demek”
Son dönemde birçok genç kadın müzisyen, şarkıcı kendine has tarzları ve bağımsız tavırlarıyla şarkılar ve albümler çıkarır oldu. Ne mutlu ki bunların birçoğu sözlerinde ve müziklerinde cüretkâr olmaktan, meydan okumaktan çekinmiyor. Müge de onlardan biri.
Onu birçoğunuz ilk kez, bundan yıllar önce O Ses Türkiye yarışmasında gördü. Müge, sonra çeşitli mekanlarda sahne almaya ve kendi özgün işlerine imza atmaya başladı. “Ankara da Özlemiş” teklisi çok sevildi. Son dönemde ise “Lolita” ve “Beyaz Bralet” teklileri dikkat çekti. Müge ile hem müziğe bakışını ve yaptığı çalışmaları hem de bu endüstride bir kadın olarak var olmanın ne demek olduğunu konuştuk. Keyifli okumalar dilerim!
Fotoğraflar: Mustafa Demir
Öncelikle, seni bir tanıyabilir miyiz? Kimdir Müge?
Ankara doğumluyum. TRT TSM Gençlik Korosu ve O Ses Türkiye deneyimlerinden sonra aktif sahne hayatına başladım. Ankara, Eskişehir, Kaş, Bodrum, İstanbul arasında gezdim durdum sürekli. Amacım işin mutfağını öğrenmekti. Daha sonra sahneden kazandıklarımla kurduğum ev stüdyomda kendi şarkılarımı üretmeye başladım. 2012’de ilk teklim yayınlandı. “Ankara da Özlemiş” ile de kendime bir kitle edinmeye başladım. Tüm bunlar olurken aynı zamanda okula devam ettim. Şu an Hacettepe Üniversitesi İletişim Bilimleri Doktora öğrencisiyim. Ankara’da evim var fakat Covid-19 döneminden önce sahne için sürekli geziyordum. Müzik üretimimi fonlamak için başka sektörlere de dahil oldum. Halen bağımsız müzisyen olarak söz yazarlığına ve şarkı söylemeye ev stüdyomda devam etmekteyim.
Profesyonel bir müzisyen olmaya ne zaman, nasıl karar verdin ve müzik eğitimi aldın mı?
Klasik olacak ama çocukken. Ailemin anlattığına göre altı yaşındayken Tarkan konserine gidebilmek için tüm aileye hayatı zindan ediyormuşum. Bir de şunu hatırlıyorum: Annem babam boşanmıştı. Annemle ben Ermenek’te, babam Ankara’da yaşadığı için sık sık beş – yedi saat arası değişen sürelerde yolculuklar yapıyorduk babamla. O travmatik dönemi arabada kasetten ya da radyodan şarkı dinleyerek atlattığımı şimdilerde anlıyorum. Arabada ağlamamak için müzikle kendimi oyaladığımı büyüyünce fark ettim. O dönemden sonra müzik, hayatımda zaten istemesem de hep olacak bir şeye dönüştü. Hakikaten konu nasıl ciddi ciddi buralara geldi hatırlamıyorum. Çünkü ben aslında müzik yaparak yaşamıyorum, müzikle var olabiliyorum. Eğitim olarak da TRT TSM Gençlik Korosu’nda ve lisede şan dersleri aldım. Sonrasında her şey kendiliğinden ilerledi aslında. Ama çocukluktan beri şarkı yazıp söylüyorum galiba.
Bir O Ses Türkiye deneyimin olmuştu… Yarışma sana gerçekten bir şeyler öğretti mi yoksa biraz daha tanınırlık dışında bir katkısı olmadı mı? Şöyle de sorabilirim: O Ses Türkiye‘de yarışmamış olsan hayatında ne değişirdi?
O Ses Türkiye bir eğlence programı. Bunu, içine dahil olduktan sonra anladığımda üzülmüştüm; yalan değil. Çünkü orada yarışmacılar sadece programa ve jüri üyelerine hizmet ediyorlar aslında. Ama tabii ki çok şey de kattı. Büyük bir prodüksiyonla, Türkiye’nin en iyi müzisyenlerinden oluşan bir orkestrayla prova ve sahne tecrübem oldu. Rekabeti keşfettim. En sevdiğim şey ise dansçılar ve sahne şovlarıyla performatif bir sahne yapabilme şansımdı. O Ses Türkiye var olan sahne açlığımı daha da kamçıladı. Kendime güvenmeyi öğretti. Bir de ailem önceden sahne almama çok sıcak bakmıyordu, yarışmadan sonra ikna oldular ve onların da kalbini kırmadan müziğe devam edebildim. Benim için O Ses Türkiye sadece bir uğraktı. Sonrasında bana para kazandırmadı mesela. O nedenle hayatımda olmasa da müzik yapardım.
Bu işlerle uğraşan hemen herkesin idolleri olmuştur. Senin idollerin ya da seni en çok etkileyen şarkıcılar, şarkı yazarları, enstrümancılar kimler?
Amy Winehouse, Lana Del Rey, Ahmet Kaya ve canım Sezen Aksu… Bu isimlerin yazdığı her satıra, ağızlarından çıkan değil her kelimeye her nefes vurgusuna bile aşığım. Ama sahne ve performatif müzik açısından bakarsak Tarkan, Weeknd, Britney Spears, Rihanna ve Beyonce. Dans etmeyi ve sahne şovlarını seviyorum. Bu liste o kadar uzar ki… Bir de enstrümancı olarak İsmail Tunçbilek’in sazını ve Cenk Erdoğan’ın perdesiz gitarını ekleyebilirim.
Yaptığın müziği “bedroom pop” türüne dahil ediyorsun. Nedir bedroom pop?
Bedroom-pop’a iki şekilde bakabiliriz: Öncelikle gerilla tarzı üretimi, yani prodüksiyonu kendin yaptığın bağımsız müziğin bir dalını temsil ediyor. Öte yandan sözlerinde seks, tutku, aşk ya da gündelik hayatı işleyen, genellikle ‘grime’ tarzında diyebileceğim şarkılar bu türe giriyor. Jorja Smith, Lana Del Rey, Weeknd’in bu türe ait şarkıları var. Benim de “Lolita”, “Beyaz Bralet”, “Gel Bize Bu Gece” gibi şarkılarım bu tarzda olanlar. Hazırladığım ama henüz yayınlanmamış EP’de de bu tarza ait yeni şarkılar mevcut.
Şarkılarında “kadın olmak” önemli bir yer tutuyor. Toplumsal cinsiyet sorunu ve kadınlık, sık değindiğin konular. Müzik endüstrisi de diğer birçok alan gibi epey erkek egemen. Genç bir kadın şarkıcı olarak yaşadığın sorunlar ve bunlarla mücadele etme yöntemlerin neler?
Öncelikle, çok seksist bir düzlemdeyiz. Şarkıcı bir kadın olarak, iş insanı olarak kendimi kabul ettirmem çok zor oldu. Sürekli bunun mücadelesini verdim. Giydiğim kıyafetlerden, söylediğim şarkılara kadar sürekli seksist bir bakış açısıyla mücadele ettim. Hem gece hayatında çalıştığım için gündelik hayattaki insanların önyargılarıyla savaştım hem de gece hayatında – kaba olacak ama – kurda kuşa yem olmadan hayatta kalmaya çalıştım. Şarkılarımı kaydedebileceğim kimle çalışmak istesem hep bir seks objesi olarak muamele gördüm. Bazen stüdyo kapılarında sokakta ağladığım bile oldu bu tacizlerden yılıp. Daha önce “Çok yeteneklisin ama açık giyiniyorsun,” diye kovulduğumuz bir mekan, bu yıl kadın cinayetleri kapsamında bir çok sosyal sorumluluk projesine imza attı. Daha sonra orada da sahne aldım tekrar tabii. Bunlar birer kazanım aslında. Geçmişin kinini gütmeye gerek yok fakat mücadele etmeden kazanım elde etmek zor sanırım. “Kadınım Ulan!” şarkısını sektördeki bu zorluklara tepki olarak yazmıştım.
Mücadele yöntemim ise kavga dövüş oldu biraz; parasızlık, işsizlik de oldu sık sık… Ama şimdilerde iyi ki yapmışım diyorum çünkü etrafımdaki insanlarda bir şeyleri değiştirebildiğime inanıyorum. Bunun yanında, umudum en çok kadın müzisyen dayanışmasında ama dayanışma söz konusu olduğunda kadın – erkek – queer ayrımı da olmamalı. Dayanışmayı birbirimizi yok sayarak değil var ederek kurmayı öğrenmemiz lazım. Sanatçılar bu toplumun öncüleri çünkü. Biz kendi dünyamızda neyi kurarsak, onun kimi zaman politikacılardan daha büyük etkisi var toplumda. Sanatçı her zaman sorumlu olmalı ve sorumluluk almalı toplumsal konularda.
“Eril sistemde ve şarkılarda erkekler kadınlarla değil de uzaylılarla sevişiyormuş gibi bir durum var. (Gülüyor) Kadınların kamusal alanda seks konuşması ayıplı. O yüzden protest duruşumu seks üzerinden kurmaya karar verdim.”
“Lolita” ve “Beyaz Bralet” şarkıların, bu konuyu ele alış biçimleri bakımından ilginç. Her ikisinde de biraz ‘femme-fatale’, çokça cüretkar bir tavır var. Sorunlara dair slogan atmak yerine “Biz varız ve işte böyle varız, ne düşündüğünüz de umrumda değil” diyorsun sanki. Bu şarkıların hikayesini ve anlatmak istediklerini senden dinleyebilir miyiz?
“Biz varız ve işte böyle varız, ne düşündüğünüz de umrumda değil”: Bu cümleye bayıldım. Anlatmak istediğim tam da bu. “Lolita” biraz kendimi bulduğum bir şarkı oldu. Çünkü eril sistemde ve şarkılarda erkekler kadınlarla değil de uzaylılarla sevişiyormuş gibi bir durum var. (Gülüyor) Kadınların kamusal alanda seks konuşması ayıplı. O yüzden protest duruşumu seks üzerinden kurmaya karar verdim. Feminizm içerisinde de kendimi nudist feminist olarak konumlandırdığım için kıyafetlerin, sıfatların ve atanan kimliklerin sanatın dert etmesi gereken ideolojik bir yapı olduğunu düşünüyorum. Yani “Sevgili beyler, bizim de hormonlarımız sizinki gibi cayır cayır,” demek için bu şarkılar aslında. Bir de sahne dolayısıyla gece hayatında yaşadığım için, oradaki hikayeleri anlatmak istedim. Seksle kurduğum seksist ilişkiyi değil duygusal ilişkiyi güzellemeye de çalışıyorum bir yandan. Özel hayatımda tek eşliyim genellikle ve seksin duygulardan bağımsız olduğunda rutin bir şeyden farksız, tatsız olduğunu düşünüyorum. O yüzden biraz “Make sex great again” havası da var şarkılarda. (Gülüyor)
Dijitalde en çok dinlenen şarkın “Ankara da Özlemiş” gördüğüm kadarıyla. Sence bu şarkı neden diğerlerinden daha öne çıktı?
İçerisinde hem nostalji, hem romantik – politik diyebileceğimiz bir duruş var. Özellikle dinozor, Ankara ve özlem duygusu çok fazla çağrışım yapıyor şehre dair. O yüzden daha çok dinlendiğini ve Ankara’ya dair kült bir şarkı olduğunu düşünüyorum. Ben de ne zaman dinlesem gözlerim dolar. İçerisindeki her şey Ankara yıllarımdan, geçmiş güzel günlerimden alıntı. Mesela “Şarkılar söylerdik biz tüm bu savaş ortasında” kısmı Ankara’nın bombalarla geçirdiği dönemi temsil ediyor. O dönem para kazanmak için sahne almak zorundaydık ve Kızılay’da korka korka çalacağımız mekana giderdik. Hatta bombanın patladığı gün provamız iptal olmuştu. Eğer iptal olmasa o saatlerde, tam da o metro çıkışında orada olacaktım. O dönem bu duygularla savaşmak çok zordu. Yitip gidenlerin yüzleri hâlâ gözümün önüne gelir, içim acır. O dönemi anlatan bir şey yapmak istedim çünkü bunca savaş ortasında insan sadece sevdiği ve özlediği biriyle hayata direnebiliyor gibi hissetmiştim. “Sen çok lazımsın bana” kısmı biraz yalvarıştır aslında. Acıya katlanabilmek için sevgiliye, sevilene özlem bir nevi.
Bir de “Metroda dans ederken gecenin bir yarısında” kısmı var benim için özel olan. Sahne öncesi son metroya, sahne sonrası da ilk metroya binerdik eve dönmek için. Haliyle hep bir adrenalin olduğu, yer yer dans da ettiğimiz için o çocuksu mutluluğu ölümsüzleştirmek istedim. Metroyla işe giderken elimde valizlerle içim kıpır kıpır olurdu. Sonra sahne dörtte biterdi, parasız kaldığımda saat altıyı, ilk metroyu beklemek için çorbacı da ya da bankta falan zaman geçirirdim. Tabii bunları genelde kimse bilmezdi; sahnede rock starsın ya, bar müzisyenlerini çok zengin sanıyordu herkes o dönem. (Gülüyor) Bu şarkıya dair sabaha kadar konuşurum ama şimdilik burada bırakalım.
Şarkıların arasında senin için en özel olan hangisi?
Aslında hepsini hakikaten seviyorum ama “Yollar Evim” çok başka bir iş oldu. Bir tane de henüz çıkmamış şarkım var, o da aynı duyguyu hissettiriyor bana. “Yollar Evim”i Pınar Gültekin’in aramızdan koparıldığı, benim de toksik aşk ve iş ilişkilerinden yıldığım bir dönemde yaptım. Bu şarkı beni yerden kaldırdı ve sonrasında da düşmekten korkmamayı öğretti. Garip bir şekilde kendi değerimi keşfettim. Etik olduğunu düşünerek aldığım kararların bedellerini öderken doğru olanı yaptığımı hatırlattı bana. Hiçbir şeyi zorlamamayı, akışta olmayı, elimdekilerin kıymetini bilmeyi, uzakları da çağırmamayı. Senin olan, seni seven, görmen/bilmen gereken bir şekilde seni hep buluyor o yüzden varmayı değil yolculuğu sevmeyi öğrendim bu şarkımla. Ne garip aslında, değil mi? Kendi yazdığın şeyle sonra karşılaştığında seni yeniden, tekrar tekrar doğurabiliyor böyle.
Artık evde kayıt yapmak mümkün olsa da müzik genelde ekip işi. Birileri enstrümanlarını çalar, birileri kayıt yapar, birileri kapak tasarlar… Sen de birileriyle çalışıyor musun yoksa tamamen yalnız mı takılıyorsun?
Ben tamamen yalnız takılıyorum. Egolardan, umutsuzluktan, hayal kuramayan insanlardan biraz sıkıldım açıkcası. Çünkü müzik üretmek, sanat üretmek demek değil; hayatını sanata çevirmek ve onun melodisini söyleyebilmek demek benim için. Haliyle beni beslemeyen şeylere maruz kalmak yerine ilham bulabileceğim köşelerde geziniyorum. Birlikte çalışmayıp hayran olduğum müzisyenler de var tabii, onları da genellikle iyi gözlemlemeye çalışırım bir şeyler öğrenebilmek, müziğimi geliştirebilmek için. Ankara’da itfaiye meydanına gidip öğrendiğim melodiyle dinlediğim bir saz ustasının vokalinden öğrendiğim name, bir gece kulübünde ya da otobüs durağında duyduğum hikaye… Benim ekipmanım bunlar aslında.
Miks ve master işlerim için de en başından beri bana destek veren inanılmaz adamlarla çalışıyorum: Aziz Berk Erten, Kadim Tekin ikisi de müziğimi var etmem için önemli katkıları olan değerli isimler.
Bir albüm ya da EP çalışman olacak mı?
Beş şarkılık bir EP hazırladım, bir yandan da bir sürü yayınlanmamış ama çok sevdiğim şarkım var. Çok heyecanlıyım ve sabırsızım hepsi için.
“Beyaz Bralet” geçen yıln yaz aylarında çıktı, sonra bir sessizliğe büründün sanki… Yakında çıkacak bir çalışman var mı? Şu an nelerle uğraşıyorsun?
Aslında bana kalsa daha hızlı yayınlayacağım çünkü hazırda bekleyen çok şarkı var. Korona’dan dolayı işsiz kaldığımız için maddi sıkıntılarla biraz ara verdim prodüksiyon kısmına ama bir yandan da şirketlerle görüşüyorum. Eğer anlaşma sağlanırsa daha hızlı çıkacak şarkılar fakat anlaşma sağlanmazsa ona göre başka formüllerle yayınlamaya devam edeceğim. Şarkı yazmaya ve üretmeye de devam ediyorum. Sahneleri çok özledim ama evde olmak bir yandan üretimimi de hızlandırdı. Bir yandan da doktora tezimle boğuşuyorum tabii. Bol bol okuyup yeni şarkılar dinliyorum. Dahil olduğum düet projeleri de var, onlar da yayınlanacak ilerleyen zamanlarda.
Son olarak, müziğe dair seni en çok heyecanlandıran ve en çok umutsuzluğa kapılmana yol açan şeyler neler?
Bağımsız müzisyen olarak müziğimin anlaşılması, yenilerinin sorulması, sözlerinin ezberlenmesi ve hikayeleri insanlarla paylaşmak beni inanılmaz heyecanlandırıyor. Bir yandan da sahne insanı olduğum için daha çok insana ulaşıp büyük sahnelerde hep birlikte söyleyelim istiyorum şarkıları. Diğer yandan maddi sıkıntılar, müzik sektöründeki belirsizlikler, eril düzen, 21. yüzyıl devletlerinin sanata karşı negatif duruşları fazlaca canımı sıkıyor, ne yalan söyleyeyim.
Söyleşimizin sonuna geldik. Teşekkür ediyorum.
Çok güzel bir söyleşi oldu. Sorular ve bana ayırdığınız zaman için çok teşekkür ederim.