ASLINDA BU ŞARKI… #1: Cenk Taner (Kesmeşeker)

“Aslında Bu Şarkı…” röportaj dizimizin ilk bölümünde Onur Bayrakçeken, Kesmeşeker’in kaptanı Cenk Taner ile şarkılarının hikayelerini ve şarkı yazarlığı üzerine düşündüklerini konuştu

Herhalde Türkçe rock dinleyen herkesin – en azından bir dönem – uğradığı bir nokta olmuştur Kesmeşeker. Kimi o noktada çok uzun kalmamıştır; olabilir… Hikâye dinlemeyi sevenler ise Kesmeşeker’in teknesine atlamış, onlarla birlikte heyecanlı bir serüvene çıkmıştır. Ben de o tekneye atlayanlardanım. Üstelik atlarken çok da düşünmedim çünkü teknenin kaptanı, rotasını çizmiş ve yelken açtığı suları çok iyi bilen bir adamdı: Cenk Taner. 1991 tarihli ilk Kesmeşeker albümü Dipten ve Derinden‘den beri grubun her albümde bulunan tek elemanı ve Kesmeşeker şarkılarının maharetli yazarı… Fikret Kızılok, Cem Karaca, Barış Manço soyundan Kadıköylü (ve daima Kadıköylü) bir ozan. Hemde birkaç jenerasyona dokunabilmiş, Türkiye’nin birkaç dönemini kavramayı başarmış ve en ağır temaları, “Taksim’den Kadıköy’e” dönmekte olan bir genç samimiyetiyle müziğe dökebilmiş bir ozan. Bu yüzden ona ve Kesmeşeker’e hep inandık – ve bilirsiniz, tehlikeli sulara açılacaksanız, bindiğiniz tekneye ve onun kaptanına inanmanız gerek!

Kadıköylü bir yayın olarak, şarkıların hikâyelerini yazarlarından öğrendiğimiz bu röportaj dizisine başlarken, ilk önce Cenk Taner’in kapısını çalmak istememiz bu nedenlerdendi. Sağ olsun, bizi kırmadı; Cenk ağabeyle geçtiğimiz haftalarda Kadıköy’de, onun uğrak mekânlarından birinde buluştuk. Yanına giderken, Kesmeşeker diskografisinden hikâyesini ve sözleriyle kast edileni merak ettiğim 10 şarkı seçtim. Bunu yaparken her albümden en az bir şarkı almaya çalıştığım için arada kaynayan şarkılar da oldu ama onları da belki başka seferde konuşuruz diye kendimi teselli ettim…

Şimdi sizi, “Şarkılarımın Hikâyeleri” röportaj dizimizin birinci bölümüne, Cenk Taner’in ağzından Kesmeşeker şarkılarının hikâyelerini dinlemeye davet ediyorum. Önce Cenk Taner’in şarkı yazarlığını, ardından ayrı ayrı şarkıların hikâyelerini konuşacağız. Buyurun, keyifli okumalar!

Cenk Taner

“Şarkı yazarlığı tekinsiz bir iştir”

Çoğu Kesmeşeker şarkısında, şarkının politik bir içeriği bile olsa, biz hep bir kişinin sevgilisine hitabını dinliyoruz. Yani, Cem Karaca ya da Barış Manço gibi halkın içinden bir kişi seçip onun hikayesini anlatmıyorsun bize, “Feridun Bey” gibi birkaç istisnası olsa da… Biraz bunun üzerinde duralım mı? Sen, bir şarkı yazarken nereye bakıyorsun, nereden çıkıyorsun? 

Şarkı yazarlığı dediğin, çok eski bir şey ve hikaye anlatıcılığı esasında. Birine hikaye anlatıyorsun, yani onunla sohbet ediyorsun ama bunu müzik aracılığıyla yapıyorsun. Ozanlık ya da troubadour’luk, yüzyıllardır devam eden bir gelenek… Oradaki en önemli şey anlatacak iyi bir hikayen olması. Ben de anlatacak iyi hikayelerim olduğunu düşünüyorum ve bunları hep birileriyle sohbet eder gibi anlatmak istedim. Fakat bu çok bilinçle yaptığım bir şey değil. Şarkı yazarlığının büyük kısmı bilinçaltından gelir. Bazen ne yazdığını bilmezsin bile; sadece yazarsın. İlk başta bir anlamı yok gibi gelir ama sen onu aslında bilinçaltından süzmüşsündür, yıllardır yaşadıkların depodan çıkıyordur, o yüzden mutlaka anlamı vardır.  Ben de kimi şarkılarımı çok sonradan çözüyorum. “A, burada bunu kast etmişim herhalde,” falan diyorum. (Gülüyor) 

Kulağa biraz tehlikeli geliyor. Fark etmeden dinleyici karşısında çırılçıplak kalma riskin de var…

Evet, şarkı yazarlığı tekinsiz bir iştir. Risklidir. Çok samimi olursan fazla çıplak kalabilirsin. O da seni savunmasız bırakabilir. Ama zaten sen, senin gibi insanlara sesleniyorsun aslında şarkı yazarken. İtalyan estetisyen Benedetto Croce, resim sanatı için “Yapanla bakan gözdendir,” demişti; müzikte de yapanla dinleyen aynı özdendir bence.  

Seni şarkı yazarlığı bakımından en çok kimler etkiledi?

Türkçe yazan birçok kişi, Türkçe şarkılar yaptığımız için hem benim hem de Kesmeşeker’deki diğer arkadaşlarımın radarında oldu hep. Beni kimler etkiledi? Yıllar sonra dönüp baktığımda, eskiden beri hep kendi sözüzünü yazıp, kendi müziğini besteleyen müzisyenleri dinlediğimi fark ettim. Bunların sayısı Türkiye’de çok değildi. Fikret Kızılok, Barış Manço, Cem Karaca gibi bir elin beş parmağını geçmeyen isimler vardı. Onları dinleyerek başladım ben de, onlar gibi kendi sözümü, müziğimi söylemek istedim. Çünkü kalıcı olan o. 

Kesmeşeker’in çok eleman değiştirmesine rağmen bunca yıldır devam edebilmesinde neredeyse tek şarkı yazarının olmasının da payı var mı? Bir grupta belirli bir şarkı yazarı olması ne kadar önemli?

Kesinlikle var. Kesmeşeker’i kurarken, bu grup yıllarca devam etsin diye kurduk… Tabii, Türkiye şartlarında bir grubun uzun yıllar ayakta kalması güç. Bizde de çok eleman değişti ama şarkı yazarı değişmediği için Kesmeşeker devam edebildi. Çünkü gitar soloları, davul atakları falan tabii ki önemlidir ama Kesmeşeker dinleyicisi daha çok hikaye dinler. Başka şeylere çok takılmaz, en azından ben öyle sanıyorum. 

Zaten sizdeki eleman değişiklikleri, futboldaki oyuncu değişiklikleri gibi… Elemanlar değişiyor ama giden geri geliyor, gelen gidiyor, sonra geliyor. 

Evet, bu bir enerji de katıyor gruba; dinamiz getiriyor. Farklı kişilerin farklı dokunuşları oluyor, haliyle her albümde Kesmeşeker kendini yeniliyor. 

Cenk Taner

“İlk albümden bugüne, yazdığım her şarkı sözünü yeni bir meydan okuma olarak gördüm”

İlk Kesmeşeker albümünden bugüne, şarkı yazarlığın sence nasıl bir dönüşüm geçirdi abi? 

İlk albümümüz Dipten ve Derinden’in sözlerini bugün biraz naif buluyorum. Ama bu çok doğal çünkü o albümü yaptığımızda çok gençtik. Zamanla söz yazımında çıta yükseldi. Şimdi yeni bir albüm hazırlıyoruz; yeni albüm, benim için söz yazımı anlamında yeni meydan okuma demek… Yapılmamış bir şey yapmak istiyorum. Oktay Rifat gibi, Behçet Necatigil gibi… Bu ara onları yine okuyorum ve bu büyük şairlerin şiirlerinde öyle şeyler var ki, şaşkınlıktan amuda kalkıyorsun! (Gülüyor) Bir dil nasıl böyle kullanılabilir? İnanılmaz… Anlaşılacak mıyım diye bir dertleri de yok, sıyrılmışlar ondan. Bir dili belirleyen en önemli unsur şairleridir ve bizim kimi şairlerimiz, çıtayı çok yükseğe taşımış. Bu dil ile bir şeyler üretiyorsan ister istemez o çıtaya ulaşmaya ve o çıtayı daha yükseğe taşımaya çalışıyorsun. Yapılmamış bir şey yapmak istiyorum, derken bunu kast ediyordum. İlk albümden bugüne, yazdığım her şarkı sözünü bu anlamda yeni bir meydan okuma olarak gördüm.

Dönüp baktığında hikaye anlatıcılığı açısından en çok içine sinen Kesmeşeker albümü hangisi? Benim için ‘Kum’ bu açıdan özel bir albüm mesela…

Solo albümüm İzin Vermedi Yalnızlık, tamamen hikaye anlatıcılığı üzerine kuruludur. Onu söyleyebilirim. Kum’u da söyleyebilirim, haklısın. Hatta Kum’u Demirhan (Baylan) ile kaydetmiştik ve o da “Burada senin başka bir tarafın ortaya çıkmış,” demişti. Melankolik bir albümdür ama mizahi bir yanı da vardır Kum’un… Zaten, neden bilmiyorum, şarkı yazarları genelde 30 ila 35 yaşları arasında çok verimli olur. İzin Vermedi Yalnızlık ve Kum da benim o yaşlarıma denk düşüyor. 

1999’da çıkardığınız İçinde İçindekiler Vardır, bence senin şarkı yazarlığında ayrı bir yere sahip. Senin temaların genelde bellidir: Yalnızlıktan bahsedersin, toplumsal meselelere değinirsin ve bunları yaparken genelde somut imgeler kullanırsın. Ancak İçinde İçindekiler Vardır’da tasavvufi öğeler kullanmışsın. Tasavvuf şiirini nasıl görüyorsun ve bugün bize ne anlatabilir?

Doğru, o albümde tasavvufi öğeler vardır. İçinde İçindekiler Vardır çıktığında da bu durumu insanlar garipsemişti. Çünkü ondan bir yıl önce İnsülin albümünü çıkarmıştık ve çok daha somut, daha protest, daha sokaktan bir albümdü. Birdenbire tasavvufa yönelince insanlar “Eyvah, bunlar da döndü herhalde!” demedi değil. (Gülüyor) Öyle bir durum yoktu halbuki. Tasavvufu da bu topraklarda doğmuş, gelişmiş bir felsefe olarak görüyorduk. Ona dair bir şeyler okuduk ve o okumalar, İçinde İçindekiler Vardır’daki şarkı sözlerini etkiledi. Olan buydu sadece; yoksa oraya buraya dönmedik. 

Sözlerdeki tasavvuf etkisi, müzikte yok. Bana bu gep ilginç geldi. Halbuki tasavvuf, müziğiyle gelen bir şey bir yerde… 

Haklısın ama biz bir tasavvuf albümü yapmadık ya da onu her şeyiyle almadık ki… Bu toprakların eski şairleri, yeni şairleri var. Onları okuduk, onlardan bir şekilde etkilendik. Bu toprakların bir de tasavvufu var, daha hoşgörülü bir felsefe; o açıdan yaklaştık ona. Anlatmak istediğimizi anlatmakta araç oldu bize bir anlamda. O yüzden İçinde İçindekiler Vardır’ın sözlerinde var ama müziğinde tasavvufi unsurlar yok. 

Peki, abi, şimdi senin yazdığın on Kesmeşeker şarkısının hikayesini ve o şarkıların ne anlattığını senden dinleyeceğiz… Onların üzerine sohbet edeceğiz. Ama bundan önce, bizimle hiç unutamadığın bir kayıt anını paylaşır mısın? 

Aşk ve Para albümünü Boğaziçi Üniversitesi’nin stüdyosunda kaydediyorduk. Albümün yapımcılığını Serdar Öztop yapıyordu ve o da Boğaziçiliydi… Neyse, “Son Tango” şarkısına akordiyon koymaya karar verdik biz ama akordiyoncumuz yoktu. Nereden buluruz diye düşünürken bir ara kapıyı açtık, açtığımız anda stüdyonun aşağısındaki bir amfiden akordiyon sesi geldi! (Gülüyor) Serdar’a, “Sen zaten Boğaziçilisin, gir, neymiş bir bak,” dedik. Serdar kapıyı çaldı, girdi amfiye. İçeride hoca var, aslında ders saati yani, ama yıl sonu diye eğlence tertip etmişler… Çocuklardan biri de akordiyonunu getirmiş! Serdar, önce “Hocam müsaadenizle, akordiyoncu arkadaşı alabilir miyiz? Albüm kaydediyoruz da, bize lazım,” dedi, sonra da çocuğa dönüp “Abi sen iki dakika gelsene,” dedi, çocuk da geldi ve çaldı. Yani, “Son Tango” şarkısındaki akordiyoncuyu biz dersten aldık! (Gülüyor)

“SON TANGO” (AŞK VE PARA, 1993)

“Son Tango”yla ilgili bir anı anlattın, benim de niyetim bu şarkıyla başlamaktı; isabet oldu! Tango hep en şehvetli, aşkın en yoğun yaşandığı dans ve müzik olarak bilinir. Böylesine politik ve karanlık bir şarkı için tango tercihi neden?

O şarkının alt başlığı “Uçurumun Kenarında Dans”tır aslında. Dediğin gibi, 1990’lar Türkiye’sindeki politik durumla da ilgili bir şarkıdır… Albüm çıktıktan sonra WDR diye bir Alman radyosu, Türkiye’deki rock gruplarını araştırmak için İstanbul’a gelmişti. Taner (Öngür) ağabeyi bulmuşlar, o da onları bize yönlendirmiş… Bir de şarkıyı Almanca’ya çevirmiş onlar için. Bizimle röportaj yapmışlardı ve o röportajda onlar da tıpkı senin gibi “Son Tango”yu, sözlerin ne anlama geldiğini sormuşlardı. O zaman çok kullanmadığım çift anlamlı sözcükler kullanmıştım o şarkıda. Sonradan birçok Kesmeşeker şarkısında çift anlamlı sözcükler yer aldı. Albümün de en kapalı anlama sahip şarkısıdır bu yüzden, diğer parçalardan ayrılır. 

Bu arada, konudan uzaklaşacağım belki ama WDR’nin Kesmeşeker tarihinde önemli de bir yeri vardır: İkinci bir defa daha İstanbul’a geldiler bundan sonra ve çeşitli müzik tarzlarından çeşitli sanatçılarla röportajlar yaptılar. Rock müzisyeni olarak da bizi seçmişler, bizimle röportaj yaptılar ve bir de üç dört parça çalmamızı istediler canlı olarak. Biz de çaldık, kaydettiler. Sonra radyonun yetkilisi adam önümüze tak tak tak diye markları saydı. Bin mark kadar bir paraydı yanlış hatırlamıyorsam, o zaman için çok iyi para… “Bu ne?” dedik, “Telif,” dedi. Hayatımızda görmemişiz ki, şaşırdık… (Gülüyor) İkinci albümü, o parayla yaptık. Bir Alman yardımı almışlığımız vardır yani. (Gülüyor) 

WDR’ye bir Kesmeşeker dinleyicisi olarak teşekkürlerimi iletiyorum öyleyse… “Son Tango”daki kapalı anlatımla ilgili bir sorum var. Politik içeriklerin kapalı anlatımlarla verildiği örnek çok… Ama bu, yanlış anlaşılmak gibi bir riski de içinde barındırmıyor mu? Attilâ İlhan’ın “Mahur” şiirini herkes aşk şiiri sanıyor mesela… Halbuki şiir, Deniz Gezmişlerin idamının ardından, onlara atfen yazılmış. 

Doğru, böyle bir risk barındırıyor ama bence bu riski almak zorundasın. Ben kapalı anlatımda yarar görüyorum. Tarihte binlerce politik şarkı yazılmıştır herhalde, değil mi? Sırf Vietnam Savaşı döneminde Amerika Birleşik Devletleri’nde yazılanları saymaya kalksak bu röportaj bitmez… Ama onca şarkıdan kaç tanesi bugün hâlâ anlamlı, hâlâ dinleniyor? Çok açık yazarsan, şarkı, belli bir zaman sonra eski gazete küpürlerine dönebilir. Gene de okunur ama okunur ve geçilir… O yüzden bu tip politik şarkı sözlerinde ne anlattığın kadar nasıl anlattığın da çok önemli.

“TARZAN İNCE DALLARDA” (TUT BENİ DÜŞMEDEN, 1995)

“Tarzan ince dallarda” ne demek?

Ben o lafı askerde duydum. Birisi birisinden borç istiyordu, borç istenen arkadaş da, “Abi, Tarzan ince dallarda,” demişti borç veremeyeceğini söylemek için. Ne acayip laf, diye düşünmüştüm. Yani, Tarzan ince dallarda işte; her an düşebilir! (Gülüyor) “Zor durumda olmak,” gibi bir anlamı var. 

Şarkıdaki Tarzan narasını kim attı? 

Albümde basları çalan arkadaş, Batur Yurtsever. Konserde atmadı ama. (Gülüyor) 

“FERİDUN BEY” (İNSÜLİN, 1998)

En meşhur Kesmeşeker şarkılarından birine geldik… Önce şunu sorayım: ‘Feridun’ ismini seçmenizde özel bir neden var mı yoksa ses olarak uyduğu için mi onu seçtiniz?

Ses olarak uyduğu için seçtik Feridun ismini. Yoksa, Ahmet de olabilirdi Mehmet de. Bir de tabii, çok kullanılmayan bir isim Feridun… 

“Feridun Bey” diğer şarkılarından biraz daha farklı abi, söz yazımı açısından. Daha açık bir kere. 

Evet, Kesmeşeker külliyatında öyle şarkı pek yoktur. Daha didaktik bir şarkıdır “Feridun Bey”. Bir tipleme üzerinden bir dönemi anlatır aslında.

Bir de bana hep Barış Manço şarkısı gibi gelir “Feridun Bey” ama daha politik bir bakışla… O da böyle halktan halktan tipleri taşır ya şarkılarına… 

Doğru fakat Barış Manço, politik tarafı olabildiğince yumuşatır. diğer Kesmeşeker şarkılarından daha didaktik bir şarkıdır “Feridun Bey”. Doğup büyüdüğüm dönemde etrafımda gördüğüm, daha çok 1980’ler ortasında ortaya çıkan bir memur tiplemesidir Feridun Bey. Genelde merkez sağ seçmenidir ve hep aynı partiye oy verir, Demirelcidir, Tercüman gazetesi okur… Ay sonunu zor getirir ama kahvehanede “Yürüsek alırız Atina’yı!” der.

“Feridun Bey” arabesk ya da pop şarkısı olsa ve o merkez sağ seçmeni memur onu dinleseydi, hakkımda neden böyle bir şarkı yapmışlar diye bozulur muydu yoksa hiç üstüne alınmaz mıydı sence?

Üstüne alınmazdı bence ama zaten bu şarkıdan arabesk ya da pop olmaz. Ha, rap olur. Ama rap dinleyicisi bir Feridun Bey de takılmaz o sözlere… Ezberler, söyler fakat içeriğini umursamaz sanırım. 

“AŞKLAR BİZİ TERK ETTİ” (İÇİNDE İÇİNDEKİLER VARDIR, 1999)


Bu, tam bir erken dönem rock’n’roll şarkısı… Çok sizin tarzınız değil aslında. Nereden çıktı öyle bir şarkı yapmak? 

Kökenlere saygı işi o… “Şöyle, harbi bir rock’n’roll parçası yapalım,” deyip yaptığımız bir şarkı. Ama sözleri klasik rock’n’roll şarkısı sözleri değil gene de. Yani, kökenlere saygı şarkısı yapalım ama bir yandan da şaşırtıcı ve bize özgü olsun istedik. Sonuçta müziğiyle klasik bir rock’n’roll şarkısı, sözleriyle Kesmeşeker şarkısı oldu. 

“MARİA” (İÇİNDE İÇİNDEKİLER VARDIR, 1999)

Ne zaman bir Maria görsem, hele tasavvufi bir bağlamda karşıma çıkıyorsa aklıma Asaf Halet Çelebi’in Mariyya şiirleri gelir… O Mariyya kimdir hep merak etmişimdir. Şimdi sizin Maria’nızı da merak ediyorum. Kimdir Maria?

Asaf Halet’i ben de severim ve okurum ama onun Mariyya’sıyla doğrudan bir ilişkisi yok tabii bizim “Maria”nın. O, öylesine bir isim… Hani bazı şehirler vardır, sırf isminden dolayı seversin; San Jose diğer bir şehir var mesela, oldumolası çok sevmişimdir. O şehirler sırf isimleriyle senin zihninde bir imaj yaratır. Çünkü bir şarkıda duymuşsundur, bir romanda okumuşsundur… Bazı insan isimleri de öyle ve Maria da bence bunlardan biri, en azından benim için. Belki Asaf Halet’in Mariyya şiirlerinin o açıdan bir etkisi olmuştur bizim “Maria” şarkısında; yani, bilinçaltımda Maria ismini benim için özel yapmıştır, öyle bir çağrışım gücü yaratmıştır… Şavkar Altınel’in de bir izi vardır o şarkıda, onu da anayım. Şarkıdaki “köpekler havlar, aşk kaçar” sözü, onun Gece Geçilen Şehirler kitabındaki bir şiirinden geliyor. 

“EYALET ÇOCUKLARI” (KUM, 2004)

Bu şarkının riff’i çok çekici, belki tüm Kesmeşeker şarkıları arasında insanı en çabuk yakalayanı… Kimden çıktı riff? 

Demirhan Baylan buldu o riff’i. Demirhan o konularda iyidir, sağ olsun. “Kalbi Kırıklar Bankası”nın riff’ini de o yazmıştı mesela… Zaten Kum albümünde etkisi özellikle çoktur, albümün yapımcılığını da o yapmıştı…

Bu şarkı ve ‘Kum’ albümü çıktığında Irak Savaşı zamanlarıydı. “Eyalet Çocukları” tabiri de belli ki Amerikan askerlerine gönderme… Ama şarkıya sanki sevgiline hitap ederek başlıyorsun. Sona doğru da bu politik tarafla kişisel taraf iç içe geçiyor. Bize şarkıyı sen analiz eder misin bir, yazarı olarak? 

“Sana çok mu bağırmıştım? / İçkili ve kızgındım” diye başlıyor. Günlük hayatından içinden, iki kişinin ilişkisinde çokça rastlayabileceğimiz bir durumdan çıkıyor yani şarkı. Ama sonra “Bu bizim tartıştığımız ne ki? Baksana, dünyada neler oluyor! Büyütmeyelim,” diyor biri diğerine sanki. Sona doğru da, dediğin gibi, “Benim aşkım bir ateşti / Senin silahın duman / Dünyanın kanı haram / İçtiğini şarap mı sandın?” dizeleriyle kişisel yaşamda olup bitenlerle dünyada olup bitenler iç içe geçiyor. 

“NE ZAMAN GİTTİ TREN” (KUM, 2004)

Bu şarkı bana hep yaylılar düşünülerek ortaya çıkmış, sözlerden ve hatta müziğin kalanından önce yaylılar varmış gibi geliyor…

En beklenmedik şarkılardan biri oldu “Ne Zaman Gitti Tren”… Pek Kesmeşeker şarkısı gibi değil. Akrabalarım falan “Oh be abi, şöyle şarkılar yapın da dinleyelim!” dediler. (Gülüyor) Bir anlamda da Kesmeşeker’in Doktor Jivago’sudur “Ne Zaman Gitti Tren”. Rus steplerinde falan geçer ya o film… İnsanlar bizim şarkıyı da o taraflara çekiyor, haklılar da. Rusya’yı çağrıştıran bir riff var. Yaylılar ise aslında senin düşündüğünün aksine, sonradan girdi şarkıya. Ben şarkının demosunu stüdyoda, sadece gitarla Demirhan’a çaldığımda, Demirhan, “Abi tamam, bir tane hit var elimizde,” demişti; gerisini o halletti… Yaylıları yazan da o.

Şarkıdaki piyanoyu da Pelin Batu çalmış, değil mi? 

Evet. Pelin Batu, Demirhan’ın komşusuydu o dönem. Evinde piyano çaldığı zaman duyuyorduk biz de. Kum’un kayıtlarına başlayınca Demirhan ona çaldırdı. 

“TEK KİŞİYİM BEN HÂL” (KUM, 2004)

“Tek Kişiyim Ben Hâlâ” da “Ne Zaman Gitti Tren” ile yakın tarzlarda bir şarkı. Yalnız, bence senin en iyi şarkı sözlerinden…

Evet, ben de çok severim onu ama bugün aynı naiflikte bir şarkı yapabilir miyiz emin değilim… Sözlerine bakınca da çok bireysel bir şarkı gibi geliyor ilk başta ama aslında bir jenerasyonu anlatır “Tek Kişiyim Ben Hâlâ”. Mesela “Taksim’den Kadıköy’e dönmek için / Günlükler okuduk hep, onaylanmak için” kısımlarıyla çok fazla kişi empati kurabilir. Gecenin bir saatinde Taksim’den Kadıköy’e geçerken, vapurda, çok kitaplar okuduk… Bununla beraber çoğu insan onaylanmak için kitap okur. Kendi görüşünü doğrulayan, ona yakın bir şeyler bulmak ister. Bunun böyle olduğunu düşünmese bile bilinçaltında, içten içe böyledir… Zaten hiçbir kitap hayatın sırrını vermez sana. 15 – 20 liraya hayatın sırrını satın alamazsın ki! (Gülüyor) Kapı açarlar kitaplar, gerisi sana kalmış. 

“METİN KURT YALNIZLIĞI” (DOĞDUM BEN MEMLEKETTE, 2011)

Metin Kurt nasıl dahil oldu şarkıya?

Şarkı kabataslak hazırdı, sonradan girdi şarkıya aslında. Bazen olur işte o; sözlerde bir şey eksiktir ve onu ararsın, sonra birden gelir… Metin Kurt’u biliyordum tabii ki. Futbol oynadığı zamanlar çocukluğuma denk geliyor. Bence şarkının içeriğine çok oturan bir imgesi var Metin Kurt’un. Bütün tribünler, binlerce kişi ona bakıyor ama o aslında sahanın ortasında, yalnız bir adam. Futbol dünyasında bir sosyalist.

Metin Kurt ile dostluğunuz var mıydı? Şarkıdan önce tanışıklığınız var mıydı? 

Şarkıdan önce tanışıklığımız, dostluğumuz yoktu. Şarkıyı yapıp kaydetmiş, artık albümün çıkmasını bekliyorduk… Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde otururken bir arkadaşım geldi, “Abi, gel seni biriyle tanıştırayım,” dedi. “Kim?” dedim. “Metin Kurt,” dedi. Bir baktım, Metin Kurt yan masada oturuyor. Meğer nasıl yapmışlarsa daha albüm çıkmamış olmasına rağmenler dinletmişler şarkıyı Metin abiye, o da bizimle tanışmak istemiş. Beğendi mi acaba diye ufaktan tırsa tırsa gittim masasına… (Gülüyor) “Siz benim hakkımda bir şarkı yapmışsınız. Öğrenince sizi araştırttım hemen, kimdir bunlar diye… Siz yapabilirsiniz,” dedi. O öyle deyince rahatladım. “Metin abi, biz şarkıyı yaptık ama kapağa da senin bir fotoğrafını koymak istiyoruz,” dedim. Hangi fotoğraf olduğunu sordu, milli takım formalı bir fotoğrafını kullanacağımızı söyledim. Nedenini sordu. “Milli takımda sosyalist bir futbolcu… Bugün düşünülemeyecek bir durum, başka bir anlamı var o fotoğrafın, o yüzden,” diye açıkladım. Onu da kabul etti. Dostluğumuz ondan sonra başladı. Hatta birkaç konserimize geldi, sahneye de çıkarttık onu. Çok rakı sofrasında da oturduk beraber… Metin Oktay’ı çok severdi, bize onu anlatırdı hep. Metin Okay’ın Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edilmesin diye imza verdiğini, sofralarda ezbere Nâzım Hikmet şiirleri okuduğunu ondan öğrendim. Öyle bir futbolcu profili kalmadı tabii artık. Zaten Metin abi de günümüz futbolunu bir endüstri olarak görür, sevmez ve izlemezdi. Hatta “Sosyalist ülkelerde futbol olmamalı, futbol bir truva atı artık,” diyecek kadar radikaldi. Bununla beraber, Marksizmle de Galatasaray malzemecisinin verdiği kitaplarla tanışmış.  

“DAHİ ÇOCUKLARI DÜŞLERİNDEN VURURLAR” (KADIKÖY, 2017)


Albümün kartonetinde şarkının adı niçin önünde tire işaretiyle yazılı?

Yanlış anlaşılma ihtimalini ortadan kaldırmak için öyle yazdık. Yani, “deha sahibi çocuklar” olarak anlaşılmasın diye. “Çocukları da” anlamında, oradaki “dahi”. 

“Dahi Çocukları Düşlerinden Vururlar”, sözleri en açık politik şarkılarından biri. Doğrudan Gezi’nin adını anıyorsun ki pek öyle şarkın yok… 

Gezi Eylemleri olurken biz stüdyodaydık. Herkes Gezi hakkında şarkı yapıyordu. Bir olaya anlık tepki vermek, hemen onun hakkında şarkı yapmak bizim yapacağımız bir iş değil çok… Doğru da değil bence. Biraz beklemek gerektiğini düşünüyorum. Nitekim biz bekledik, hemen bir Gezi şarkısı yapmadık. 2017’de, Kadıköy albümünü yaparken “Dahi Çocukları Düşlerinden Vururlar” şarkısı ortaya çıkınca Gezi’yi de anmak istedik orada. Dediğin gibi, öyle açık açık bir olayın falan adını andığımız azdır ama Gezi, Türkiye tarihinde görülmemiş bir şeydi.