Pazar Şarkıları #3
Herkese iyi pazarlar! İnsan bazen bir masalın içinde yaşamak istiyor, kendini düşlere bırakıyor. Bazıları bunu kaçış olarak görebilir, ben yaratma sayıyorum. Daha güzel bir dünya kurmak istiyorsak yaratıcılığımızın sınırları olmamalı, düşlerimize teslim olmalıyız.
Bu pazar cebimde beş masalsı şarkı var, hepsi 70’lerden. Bakalım bakalım nelermiş: Caravan‘dan Winter Wine; Emerson, Lake & Palmer‘dan Take A Pebble ve Lucky Man; Renaissance‘tan Ashes Are Burning ve Barış Manço‘dan Dragon Fly.
Buyurun Pazar Şarkıları #3’e. Keyifle dinleyip, okuyasınız!
Haftanın playlist’i
CARAVAN – Winter Wine (1971)
En sevdiğim Caravan albümüdür In The Land of Grey and Pink (1971). Pye Hastings, David Sinclair, Richard Sinclair ve Richard Coughlan’dan oluşan orijinal kadronun da 1982’deki Back to Front‘a kadar son albümüdür.
Caravan, 1968 yılında İngiltere’nin Canterbury şehrinde kurulmuştur. Canterbury’i pek severiz, çünkü progresif müziğe çok güzel çocuklar vermiştir: Yalnızca Caravan değil, Gong ve Soft Machine de Canterbury’den çıkmışlardır. Nitekim Caravan’ın ve Soft Machine’in çoğu üyesi aynı gruptan, The Wilde Flowers’tan çıkmadır.
Denebilir ki, avangart caz ve psychedelic etkili Canterbury sound’u (ya da ekolü) The Wilde Flowers’tan doğmuştur. Caravan, Canterbury sound’unun esaslı isimleri (Soft Machine, Gong, Robert Wyatt, Hathfield and The North falan) arasında psychedelic’e en yakın duranlardan biridir. Zaten sırf albüm kapaklarına baksanız, fark edersiniz!
In The Land of Grey and Pink, Anne-Marie Anderson’ın çizdiği Tolkienvari kapağı gibi masalsı bir albümdür. “Golf Girl” ile açılır ve bizim playlistimizin açılış şarkısı olan Winter Wine ile devam eder. Kara şatoların, gezgin halk ozanlarının, ejderhaların ve altın zırhlı şövalyelerin olduğu bir düşü anlatır Winter Wine; insan bir an için kendini albümün kapağında ya da bir Tolkien öyküsünde zanneder, işte sizi Canterbury’nin psychedelic damarı!
Winter Wine baştan sona şahane bir şarkıdır, siz de bana hak vereceksinizdir. Yalnız Richard Sinclair’e insan ayrıca hayran olur bu şarkıda; bazen sadece basgitarı dinleyesiniz gelir, müthiştir! Şarkının yazarı da Richard Sinclair’dir ayrıca. Hangi kafayla yazılmıştır merak ederim, ama şundan eminim: Sinclair mutlaka bir Tolkien öyküsünde yaşamıştır!
(Bu arada dün Pye Hastings’in doğum günüydü, iyi ki doğmuş!)
EMERSON, LAKE & PALMER – Take A Pebble (1970)
Emerson, Lake & Palmer yani Keith Emerson, Greg Lake & Carl Parmer… Üçü birbirinden şahane bu adamlar 1970 yılında Londra’da bir araya geldiklerinde Sebastian Bach öleli 280 yıl oluyordu, güya. Sevgili Emerson, Lake & Palmer, bu mesajım size: Bach’ın, Keith Emerson’ın parmaklarında yaşadığını tüm dünyadan saklayabilirsiniz ama ben kül yutmam!
Şaka bir yana, ne büyük klavyeciydi Keith Emerson! Bach’a caz çaldıran bir uzay masalı gibiydi. Öyle bir adamdı, ne yazık ki 2016’nın Mart ayında öldü. 2016’nın sonunda da Greg Lake öldü. Koca Emerson, Lake & Palmer’dan geriye bir tek Carl Parmer kaldı. Öyleyse bugün playlistimizdeki iki Emerson, Lake & Palmer şarkısını Keith Emerson ile Carl Parmer’ın anısına dinleyelim ya da şöyle yapalım, Lucky Man Greg Lake’in anısına, Take A Pebble ise Keith Emerson’ın!
Take A Pebble, grubun kendi adını taşıyan ilk albümünde yer alan, Greg Lake imzalı bir şarkıdır. Ancak Keith Emerson’ın da şarkıda büyük emeği vardır. Take A Pebble, caz olarak başlayıp folk olarak devam eden ve yine caz ile kapanan bir şarkıdır; öyle bir zenginlik!
Keith Emerson açılışı yapar, Greg Lake ile Carl Parmer’ın folk birlikteliği işi sürdürür ve yine Keith Emerson, adaşı caz piyanisti Keith Jarret’ın tarzını andıran şahane bir soloyla perdeyi kapar.
Benim için büyük bir roman gibidir Take A Pebble. Defalarca dinlesem de her seferinde tat alacak bir başka detay keşfederim. Ne büyük şanstır dünya için, Keith Emerson, Greg Lake ve Carl Parmer birlikteliği! Müzikleri çok yaşasın.
EMERSON, LAKE & PALMER – Lucky Man (1970)
Bu şarkı da Greg Lake’in anısına olsun: Lucky Man. Yine ilk albümden bir balad, bir folk rock parçası; ama şahane bir synthesizer (Moog) solosu eşliğinde!
Yalnız ilginçtir, belki de grubun en bilinen şarkısı olmasına rağmen, Lucky Man‘in kaydı tam anlamıyla “şans eseri” olmuştur. Şöyle ki, albümde en başta böyle bir şarkı yoktur. Albümün kaydı tamamlandığında, plak şirketiyle yaptıkları anlaşma gereği bir şarkıya daha ihtiyaçları olduğunu fark ederler ama ne yazık ki ellerinde başka şarkı kalmamıştır; Greg Lake’in 12 yaşındayken yazdığı Lucky Man dışında! Parça, albüme işte böyle girer. Ancak hikâye bitti sanmayın!
Lucky Man‘i kaydetmeye karar verirler ama Keith Emerson çalmak istemediğini, ne çalabileceğini bile bilmediğini söyleyip bi’ puba gider. Greg Lake ile Carl Parmer da eyvallah deyip kayda girişirler. Uğraşa didine, bu 12 yaş bestesini dört başı mamur bir şarkıya dönüştürdükleri esnada Keith Emerson pubdan gelir, şarkının son halini duyar ve “Benim de çalmam lazım!” deyip henüz yeni aldıkları Moog synthesizer’ın başına oturur. Emerson ilk defa Moog çalacaktır, bu yüzden enstrümanla biraz haşır neşir olmak ister. Bir efekti denemeye başlar. İşte, Emerson’un bu deneyi esnasında Greg Lake ondan habersiz kayıt tuşuna basar. Sonunda, “Tamam Keith,” der, “daha fazla denemene gerek yok, şahane oldu!”
Gerçekten de şahane olmamış mı?
RENAISSANCE – Ashes Are Burning
Renaissance, eski The Yardbirds üyeleri Keith Relf ve Jim McCarty tarafından Londra’da kurulmuş bir gruptur. Ancak Renaissance deyince progresif rock meraklıların aklına genelde beş oktavlık sesiyle Annie Haslam gelir ve ilginçtir, Annie Haslam gruba katıldığında orijinal kadrodan kimse kalmamıştır! Zaten Renaissance’ın eleman sirkülasyonu Hawkind ile yarışır…
Ashes Are Burning, grubun şarkıyla aynı adı taşıyan 1973 tarihli albümünde yer alan bir şaheserdir. Michael Dunford ve Betty Thatcher tarafından yazılmıştır. Ve hayır efendim, abartmıyorum, bu şarkı gerçek bir şaheserdir! Bir kere dinlediniz mi Annie Haslam’ın eşsiz sesi sizi ömür boyu ele geçirir. John Camp basgitarıyla kalbinizi parçalar ve John Tout’un klavyesiyle düşsel bir seyahate çıkarsınız. Ashes Are Burning, insanı mitolojik bir öykünün içindeymiş gibi hissettirir.
Bu şarkıda grubun bir de konuğu vardır: Wishbone Ash’ten Andy Powell elektrogitar solosuyla Ashes Are Burning‘e katılmıştır. Öyle de yakışmıştır ki…
Bu arada, şarkının bir şaheser olduğunu söylemiştim sanırım?
BARIŞ MANÇO – Dragon Fly (1976)
Emerson, Lake & Palmer ve Renaissance bana oldum olası Barış Manço’yu anımsatır; daha çok Emerson, Lake & Palmer… Barış Manço, sevgili Barış abimiz, açık ki onlardan oldukça etkilenmiştir. İyi ki etkilenmiştir ve 1975-80 arasında Türk progresif rock müziğine iki mihenk taşı koymuştur: 2023 (1975), Yeni Bir Gün (1979). Bu iki albümün arasında bir de İngilizce albüm dikkat çeker: Baris Mancho (1976).
Baris Mancho, Avrupa dinleyicisine yönelik yapılmış, tamamı İngilizce şarkılardan oluşan bir albümdür. Barış Manço’ya kayıtlarda Kurtalan Ekspres’in yanı sıra George Hayes Orkestrası eşlik etmiştir. Albüm, Columbia Records etiketiyle Avrupa’nın birçok yerinde yayınlanmıştır. Bazı Doğu ülkelerinde liste başı da olmuştur ancak genelde beklenen ilgiyi toplayamamıştır. Gerçi şimdilerde ABD ve Avrupa’da Anadolu popa dönük bir merak başladı malum, bu furya dahilinde bu albüm de nispeten ilgi çekmeye başladı. Neyse, bu başka konu… Biz gelelim Dragon Fly’a.
Dragon Fly, albümün plak versiyonunda yer almaz. Yine aynı yıl, 1976’da çıkan kaset versiyonunun kapanış şarkısıdır ve hem albümün hem de Barış Manço’nun en güzel parçalarındandır; ninni gibi bir şarkı! Caravan’ın In The Land of Grey And Pink albümünün kapağındaki o masalsı kasabada yaşıyor olsak annemiz ninni olarak mutlaka bu şarkıyı söylerdi. Bundan eminim.
Ben de istedim ki bugünkü Pazar Şarkıları huzurlu bitsin, bu yüzden Dragon Fly ile gözlerimizi kapıyor ve yüzümüzü göğe çevirip Barış Manço’ya da selam yolluyoruz!