Apostrophe(‘): Rock’n’roll, mizah ve yüksek sanatın kesişimi | Demirhan Baylan
YAZI DİZİSİ İNSANLIĞIN BÜYÜK ESERLERİ
Meşhur laftır: “Müzik hakkında yazmak, mimarlık hakkında dans etmek gibidir.” Bu lafı ilk kim söylemiş, pek bilinmiyor aslında. Frank Zappa diyen var, Elvis Costello diyen var, kimileri de David Byrne’e atfediyor… Artık her kim demişse, ilginç bir noktaya temas etmiş. Yalan değil; müzik hakkında konuşmak, yazmak gerçekten biraz tuhaf bir iş. Ama şu da kesin: Müzik çok güçlü bir göstergebilim kaynağı. İşaret ettikleri hakkında konuşmak gayet mümkün ve hatta çok zevkli.
Herhalde dünyada ne kadar insan varsa o kadar da müzik dinleme yöntemi var. Hatta çok daha fazlası… Ama aşırı basitleştirerek diyebiliriz ki kişisel ihtiyaçlarımıza göre bir yöntem belirleyip müziği öyle dinliyoruz. Sanırım yeterince adil, kabul edilebilir bir yargı bu.
Bu yazıda kendi kişisel ihtiyaçlarıma çok iyi cevap vermiş bir albümden bahsedeceğim: Frank Zappa’nın 1974 tarihli Apostrophe(‘) albümü. Bu albümü keşfettiğimde 18 yaşında bir müzikseverdim, mevzubahis ihtiyaçlarımın neler olduğunu henüz bilmiyordum. Bahsedeceğim albümün ne kadar yol gösterici olduğunu seneler içinde anlayacaktım.
Zappa dinleyicisi olmak, ironik bir şekilde, mizah ve yüksek sanatın kesiştiği bir noktada bulunmaktır. Üstelik bunu rock’çı olmayı reddetmeden başarırsınız
Herkesin başka kıstasları vardır şüphesiz. Benim için en önemli kıstaslardan biri bir albümün, sanatçının benim için açtığı kapılar. Frank Zappa sayesinde rock/blues içine hapsolmuş bir müzik zevkinden sıyrıldım ve önce hikayecilik, sonra sırasıyla doğaçlama, gerek müzikal gerekse ses sanatı açısından risk alma, deneylere girişme ve en sonunda da 20. yüzyıl çağdaş orkestral ve elektronik müziğinin kapıları açıldı önümde. Zappa benim için yol gösterici, araştırmaya teşvik edici bir okul oldu.
Müzikte bazı kutsal figürler vardır. Dinlemenize, hakkında pek de bir şey bilmenize gerek olmadan bazı yüce değerleri sadece isimleriyle temsil edebilirler. Sadece bu bile hakkında üzerine uzun uzun düşünülesi, yazılası bir konu. Zappa da böyle bir figür. Gerçekten çok az kişi bilir Zappa’nın müziğini. Ama isminin büyüsünden mi (“Zappa” oldukça havalı bir kelime), 1966 tarihli ilk albümü Freak Out!’tan, 1993’te vefatına kadar ürettiği 62 albüm ve daha sonra yayınlanmış 50 albüm (toplamda 112) yüzünden mi bilinmez, çok etkili bir isim olduğu şüphe götürmez.
Zappa dinleyicisi olmak bir nevi entelektüel duruştur. Burası kesin. İronik bir şekilde, mizah ve yüksek sanatın kesiştiği bir noktada bulunmaktır. Üstelik Zappa sayesinde bunu rock’çı olmayı reddetmeden başarırsınız. Başka örneği az, kaynağı bol, eğlencesi çok, gerçekten tuhaf bir kimyadır bu. Ama… içine kolaylıkla girebileceğiniz bir dünya da değildir.
Sanırım her müzikal dünyanın kapısı için bir anahtar gerekiyor. Eğer anahtarınız varsa kapıyı açıp o dünya içinde yolculuk edebilirsiniz. Ama anahtarlar binbir türlü boy, şekil, kavram, formül, duygu, anlam ve daha başka birçok formda oluyor. Bana kalırsa Apostrophe(‘) albümü Zappa’nın dünyasına girebilmek için gerekli anahtarı verebilecek çok uygun bir albüm.
‘Apostrophe(‘)’ hem 20. yüzyıl çağdaş orkestral müzik etkileri hem de temel Zappa karakteristiklerin neredeyse tamamını barındırıyor
Öncelikle Apostrophe(‘), Billboard listelerine girmeyi başarmış, yani ticari başarı elde etmiş ilk albümü. Zaten daha sonra da fazla yok; toplamda sadece üç tane işi listelerde kendine yer bulabilmiştir Zappa’nın. Sanılmasın ki Zappa özellikle liste dışı kalmaya çalışmış… Aksine, bu Billboard listelerine girme işinden çok da memnun olmuş.
Zappa, 1973 yılında Herb Cohen’le birlikte DiscReet Records isimli bir firma kurar. Dağıtımcı olarak da Warner’la anlaşırlar. Apostrophe(‘), 1974’ün Haziran’ında Billboard albümler listesinde 10 numaraya kadar çıkınca Zappa, Warner’ın binasının önüne 50 kişilik bir bandoyla gidip kutlama yapar. O kadar sevinmiş yani!
Yani demem o ki, daha önce hiç Zappa dinlememiş birisine bu albüm Zappa’nın en “pop” albümlerinden biri olarak görünebilir. Ama içinde hem 20. yüzyıl çağdaş orkestral müzik etkileri hem de temel Zappa karakteristiklerin neredeyse tamamını barındırıyor.
Bu karakteristiklerin başında mizahi hikaye anlatıcılığı; rock, blues, doğaçlama ve nispeten daha yüksek kompozisyon teknikleri; bir de, ‘editing’ gelir. Editing bilhassa çok önemlidir. Zappa’nın en güçlü taraflarından biri arşivciliği ve stüdyoda editing yaparak yeni eserler üretmesidir. 2000’lerde bu çok havalı bir şey değil elbette ama o zamanlar bu yaklaşım çağdaş bestecilerden, Musique Concrète akımından geliyordu. Stüdyonun ve teyplerin bir enstrüman olarak kullanılması aynı zamanda George Martin sayesinde The Beatles’ın da ilgi alanıydı.
‘St. Alfonso’s Pancake Breakfast’daki Ruth Underwood’un marimbaları önemlidir; zaman içinde Zappa müziğinin çok önemli bir parçası haline gelecektir
Apostrophe(‘) dokuz şarkıdan oluşuyor. Bunların sekiz tanesi vokalli, hikayeli kompozisyonlar. Albüme ismini veren şarkı ise enstrümantal bir kaptırmaca. Bu şarkının baslarında ilginç bir isim de var: Cream’den Jack Bruce. Ancak birbirlerini pek de sevmemişler sanırım. Zira daha sonra Jack Bruce bu parçayı çalmadığını, sadece çok küçük bir çello notası çaldığını söylemiş. Ama parçada bol distortionlı bir bas ve solo var. Sanki o çalmış gibi… Garip bir hikaye! Zappa da sonradan “Jack Bruce çok çalıyordu, hoşlanmadım,” gibi bir şeyler söylemiş. İyi de, albüme koymuşsun, hatta yetmemiş albüme şarkının ismini vermişsin… Neyse, ilahi Zappa! Albümü ilginç kılan zaten bu parça değil, diğer sekizi.
“Don’t Eat the Yellow Snow”, “Nanook Rubs It”, “St. Alfonzo’s Pancake Breakfast”, “Father O’Blivion” parçaları hep bir bütün olarak düşünülür. Aynı hikayenin devamı gibi. Aslında bu dörtleminin “Rollo” isimli bir bölümü daha var ama albümde yer almıyor. Daha sonra konser albümü You Can’t Do That On Stage Anymore Vol.1 (1988)’da tamamını çalmışlar; 20 dakikalık bir performanstır…
Bu ilk bölüm, rüyasında kendini Nanook isimli bir Eskimo olarak gören birinin hikayesini anlatır. “Sarı karları yeme!”* derken kastettiği “sarı kar”, herhalde haskilerin işediği karlar. Hikayenin devamı ise gerçekten fantastiktir… Zappa dinlerken her zaman sözleri de önünüze açmanızı tavsiye ederim.
Müzikal olarak da özellikle “St. Alfonso’s Pancake Breakfast”daki Ruth Underwood’un marimbaları önemlidir; zaman içinde Zappa müziğinin çok önemli bir parçası haline gelecektir. Burada Edgard Varèse’i de işaret etmeden olmaz. Zappa’nın en etkilendiği çağdaş müzik bestecilerinden biridir Varèse ve özellikle “pitched percussion” (notalı perküsyon) eserlerinin etkisi marimba gibi bir enstrümanda kendini bulmuştur. Zappa sonraları bu konsepti, 70’lerin sonunda geliştirilmiş öncü bir dijital synthesizer, sampler ve workstation olan Synclavier ile devam ettirecektir. Bunun da herhalde en iyi örneği Jazz From Hell (1987) albümüdür.
Zappa bir bestecidir. Bir ressam gibi düşünürsek; Zappa için gitar, tuvaldeki renklerden sadece biri
İlk bölümü bitirince bluesy bir şarkıya geçiyoruz: “Cosmic Debris”. Bu da Mystery Man isimli bir gurunun hikayesini anlatır. Marimbalar burada da var. Bir de bu şarkıda, normal gitar severler için ilk başta garipsenecek bir gitar solosu vardır. Zappa’nın gitar karakteri öyle hemen sevilebilecek gibi değildir, kabul etmek lazım. Zappa bir bestecidir. Bir ressam gibi düşünürsek; Zappa için gitar, tuvaldeki renklerden sadece biri. Üstelik başkasına benzemeyen, çok tuhaf bir renk. Sound’uyla ve tavrıyla amorf ve gerçekten garip bir obje. Resmin tamamını görmeye başladıkça bu tuhaf figür de yerini buluyor. Mesela Zappa’nın “Shut Up ‘n Play Yer Guitar” projesi vardır; sadece konserlerdeki sololarının toplandığı bir albüm serisi… Bu da oldukça cesur bir iş. Şarkı formunu hiçe sayarak sadece soloları topluyor. En zevk aldığım çalışmalardan biri. Ama normal gitar dinleyicisine çok ters geleceğinin farkındayım. Ondan zevk almak, Zappa’nın tavrı ve duygu ortamıyla yakın bir tanışıklık gerekiyor sanırım.
Albümün B yüzü “Excentrifugal Forz” isimli tuhaf bir ostinato üzerine biraz zorlayıcı melodik yapılar ve sololarla döşenmiş bir şarkıyla başlıyor. Bu şarkının hikayesi de oldukça muğlak. Tam olarak ne anlatıyor, çözmesi zor. Burada Captain Beefheart hikayeciliğinin etkisi çok. “Excentrifugal Forz” şarkısını başlarda değindiğim, albüme de adını veren “Apostrophe(‘)” izliyor. Ondan sonra ise “Uncle Remus” geliyor.
“Uncle Remus”, Zappa ile George Duke’un ortak bestesi. Güzel bir piyano girişiyle beraber vodvilimsi, sahne işi, melodik bir şarkı. Bir nevi masal koleksiyonu. Ezop hikayeleri gibi… Ama bunlar siyahi Amerikan kültürüne ait masallar, şarkılar. Uncle Remus kölelikten kurtulmuş, çocuklara masallar anlatan bir karakter.
Nihayet kapanış parçasına geliyoruz: “Stink-Foot” (Kokan Ayaklar). Bu da oldukça komik bir hikayedir. Bu şarkıda geçen şu cümle, Zappa’nın sanatsal kariyerinin özeti gibi: “What is your, conceptual continuity?”** Çok yerde karşımıza çıkar. Benim de kişisel olarak pek sevdiğim bir laftır “kavramsal devamlılık”.
Alet edevatın asla müzikal ifadesinin önüne geçmesine izin vermedi Zappa, aletlerin kölesi olmadı
İşte, Apostrophe(‘) albümü böyle… Şimdi birkaç kapanış lakırdısı!
Frank Zappa’nın müziği bir göstergebilim kaynağı gibidir. Eğer açabileceği kapılar ilginizi çekiyorsa, önerilerimi birkaç maddede saymak isterim:
- Sözleri müzik eşliğinde okuyun. Gerek dünya görüşü, gerekse beslendiği kaynaklar inceleyecek birçok şeye işaret eder.
- Enstrümantasyon ve kompozisyon teknikleri blues/rock ekolü ile çağdaş bestecilerin tekniklerinin bir karışımıdır. Buradan yola çıkarak bambaşka müzikal dünyaların kapıları açılır.
- Ses teknoloji açısından, Zappa hiç de beklendiği gibi ses ‘kalitesi’nin zirvesinde değildir. Teknoloji sadece müzikal ifadesinin yeterince açığa çıkabilmesine olanak tanıyacak kadardır. Yani müthiş miksler, olağanüstü “güzel” kayıtlar beklemeyin… Bu, Zappa’nın en sevdiğim ve en etkileyici taraflarından biri. Alet edevatın asla müzikal ifadesinin önüne geçmesine izin vermedi Zappa. Aletlerin kölesi olmadı. Kimseden “Zappa’nın şu şarkısındaki vokal preamplisi ne acaba?” diye bir soru duyamazsınız. Konu asla bu değildir.
Ben bir Zappa uzmanı sayılmam. 100 küsur albümün hepsini de dinlemiş değilim. Ama dinleyebildiğim kadarıyla beni yönlendirdiği müzikal dünyalardan çok faydalandım, hâlâ da faydalanıyorum. Umarım bu kısa yazı size de araştıracak, karıştıracak yeni birtakım şeyler sunabilmiş ve Zappa’nın çağdaş müzik için önemini biraz olsun açıklayabilmiştir.
Son olarak, ola ki bu albüm size de bazı kapılar açar, şu Zappa albümlerini de sonraki basamaklar olarak hararetle öneririm: Joe’s Garage (1979), oldukça uzun, gerçek bir ‘müzik tiyatrosu’dur; “Shut Up ‘n Play Yer Guitar” serisi, zaten bahsettim; tamamı Synclavier’le oluşturulmuş, 1988’de En İyi Enstrümantal Albüm dalında Grammy kazanmış Jazz From Hell (1986); yine müzikal tiyatro mahiyetinde, çok ilginç bir albüm olan ve bir piyanonun içinde kısılıp kalmış insanları konu alan, Ali N. Aşkın’ın Türkçe konuşmalarını da duyduğumuz Civilization Phase III (1994).
*”Don’t eat the yellow snow”
**”Kavramsal devamlılığın ne?”