“Ben döneksem döndüm diye memleketime…” | Batıkan Baksı

Klasik Cem Karaca müziğinden farklı olan ‘Yiyin Efendiler’; Cahit Berkay ve Uğur Dikmen’li kadrosuyla, Karaca’nın müziğini yeni nesille tanıştırmaya hazırlanıyordu

İçinden geçtiğimiz karantina süreci boyunca 90’lara yeniden eğilmek için çok fırsatım oldu. Her zaman söylerim, 90’lar beni hep heyecanlandırmış; yarısından itibaren içinde yaşamaya başladığım için şanslı hissettiğim yıllardan olmuştur. 80’lere ne kadar uzaksam 90’lara da o kadar yakın olduğumdan dönemin toplumsal yaşantısını araştırmak da hep ilgimi çekmiştir. Gerek siyasi gerekse kültürel açıdan hareketli geçen milenyum öncesindeki son 10 yıl, Türkiye’nin yakın tarihini de hiç olmadığı kadar değiştirmiş, 2000’li yılları karşılamaya hazırlanırken ülke, gündemini, adeta sıfırlamıştı. 

1986 yılına kadar devlet tekelinde gerçekleşen tek kanallı televizyon yayınıyla şekillenen kültürel ortam, 1986 yılında Türkiye’nin ilk kültür ve sanat kanalı olma özelliği taşıyan TRT 2’nin yayına başlamasıyla çeşitlenmeye başladı. 1989’da TRT 3’ün de yayına başlamasıyla çeşitlilik artsa da televizyon yayını hâlâ devlet tekelindeydi ve yüzünü Batı’ya dönen Türkiye’nin kültürel yaşantısı için yeterince özerk bir ortamdan söz edilemiyordu. Bu ortamda 1989 yılında kurulan ilk özel televizyon kanalı Star 1, 1990 tarihinden itibaren test yayınına başlayarak Türkiye’de değişim rüzgarlarını da estirmeye başladı.

Turgut Özal’ın neoliberal politikalarıyla beraber kültürel ve toplumsal yapısı da değişen Türkiye, 1990’ları karşılarken hala 12 Eylül Darbesi’nin de etkilerini yaşıyordu. 1970’lerdeki siyasal olaylarla beraber Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan sanatçılar, yavaş yavaş geri dönmeye başlıyor ancak geride bıraktıkları sanat ortamını bulmaları mümkün olmuyordu. Pop müziğin etkisi iyiden iyiye kendini gösterirken, arabesk müzik köyden kente göçün hızlanmasıyla büyük şehirleri de sarmaya başlıyordu. Peşi sıra kurulan plak firmaları, kendini piyasada göstermeye hazırlanan yeni nesil popçular, umudu şehirde aramak için gelen türkücüler… 12 Eylül Darbesi’nden önce Türkiye’de yapılan müzik neredeyse anılarda kalırken, 80’lerin sonunda üniversitelerde “Türkçe rock yapılabilir mi?” konferansları gerçekleşmeye başlıyordu. 12 Eylül Darbesi’nin gölgesinde apolitik  yetiştirilmek istenen gençler, dünyayı saran metal müzik dalgasının peşinden koşuyor, Türkiye’nin en özel gruplarını da bir bir kuruyorlardı. İşte bugün anlatacağım albüm, tam da böyle bir ortamda meydana çıkmış, müzik tarihimizin en özel iş birliklerine de imza atan bir albüm: Cem Karaca’dan Yiyin Efendiler!

Karaca’nın progresif rock çizgisinden pop rock’a kaymaya başladığı ‘Yiyin Efendiler’, şimdiye kadar 4 farklı plak şirketinden çıkış yaptı ve her basımda içinde farklı şarkılar yer aldı

Cem Karaca’nın Almanya’daki sürgününden Türkiye’ye dönmesinin ardından üç yıl geçmiştir. Bu arada külliyatına iki özel albüm (Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar, Töre) katan Karaca, kendisine yöneltilen “değişti, döndü” suçlamalarıyla başa çıkmaya çalışırken en iyi yaptığı işi, yani müziğini yapmaya devam ediyordu. Türkiye’yi terk ederken arkasında bıraktığı ülkenin neredeyse 180 derece değiştiğini gören Karaca, müziğini de döneme uygun şekilde evriltmeye başlıyordu. Gerek sound, gerekse bakış açısı olarak klasik Cem Karaca müziğinden farklı olan Yiyin Efendiler; Cahit Berkay ve Uğur Dikmen’li kadrosuyla, Karaca’nın müziğini yeni nesille tanıştırmaya hazırlanıyordu. 

Anlattığı konular ve Karaca’nın müziğindeki ilk değişim sinyallerini vermesi bakımından Cem Karaca diskografisi için ayrı bir öneme sahip Yiyin Efendiler. Hayatı boyunca gördüğü aksaklıkları, düzensizlikleri, toplumsal eşitsizlikleri içinden geldiği gibi ve halkın yanında durarak anlatan Karaca, Almanya’da geçirdiği süreyi de boşta bırakmamış, 1984 yılında Almanya’da çıkardığı Die Kanaken albümüyle oradaki gastarbeiterlerin sorunlarını dile getirmişti. 1987’de Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar’la Türkiye’ye dönüşünün ardından hissettiği özlemi anlatmış, 1988’de çıkardığı Töre ile politik söylemine devam etmişti.

Karaca’nın progresif rock çizgisinden pop rock’a kaymaya başladığı Yiyin Efendiler, şimdiye kadar 4 farklı plak şirketinden çıkış yaptı ve her basımda içinde farklı şarkılar yer aldı. 2016 yılında Anadolu Müzik tarafından plağa basılarak da arşivlerimizde yerini aldı. Her ne kadar kaydına ısınamasam da içindeki bazı şarkıları plaktan dinlemeyi çok seviyorum. Cem Karaca’nın Moğollar ve Dervişan’da beraber çalıştığı Cahit Berkay ve Uğur Dikmen’i yanına alarak kurduğu üçlü grupla hazırladığı Yiyin Efendiler, adını Tevfik Fikret’in meşhur “Han-ı Yağma” şiirindeki “Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı yağma sizin” dizesinden alıyor. İlk olarak 1990’da Özbir Müzik etiketiyle çıkan albüm, elektronik tonların yer aldığı ve klasik Karaca çizgisinden çok uzak bir sound taşıyor. Yine özel şarkıların da yer aldığı albümde Karaca, yeni döneme dair politik eleştiriler getirmekten de imtina etmiyor. Hazırsanız bugün de 90’ların kültürel ortamına ışınlanıyor, büyük usta Cem Karaca’nın Yiyin Efendiler albümünün içinde gezintiye çıkıyoruz! Albümü 1990’da çıkan kaset versiyonundaki sıralamaya göre anlatacağımı da önden belirteyim.

‘Kirlenmiş Çığlık’ta “sevinçlerimizin bile artık mekanikleşmeye başladığını” anlatan Karaca ve arkadaşları, modern topluma ayna tutuyor

Albümün ilk şarkısı, “Barış Dikeni”. Heybetli bir açılış yapıyor. Şarkıyı başlatan 90’ların bol brass’lı sound’u ardından durularak yerini Karaca’nın  yırtıcı vokaline bırakıyor. Yarı akustik yarı synth tonlarına sahip şarkı, barışa duyulan özlemi anlatıyor. Cem Karaca’nın 1980 yılında Hasret albümünde de yer verdiği “Barış Dikeni” nasıl başladığını ve nasıl bittiğini anlamadığımız çalışmalardan. Sırada Türkiye’nin ilk reggae örneği olarak da kabul edilebilecek “Oh Be” var. Yazıma başlık olarak seçtiğim sözün de yer aldığı “Oh Be”, Cem Karaca’nın kendisine yöneltilen “döneklik” suçlamalarına karşı verdiği cevap niteliğinde. Turgut Özal tarafından affedilmesinin üzerine Türkiye’ye dönmesinden dolayı bazı çevrelerce ilkelerinden ödün vermekle itham edilen Karaca, ülkesinin özlemiyle hayatını nasıl sürdürdüğünü, Yunan adalarından Bodrum’a bakarken hissettiklerini ve son olarak ülkesine döndüğü için dönek sayılacaksa “döndüğünü” söylüyor ve derin bir oh çekiyor. Cahit Berkay’ın bağlamasıyla başlayan şarkı, reggae ritimleriyle devam ediyor ve Cem Karaca’nın eşsiz vokaliyle taçlanıyor. Özellikle şarkının sonundaki klavye solosuna bayıldığımı da söylemeden geçemeyeceğim. Başlı başına bu solo bile Uğur Dikmen’in ne kadar büyük bir klavyeci olduğunun göstergesi. Bu arada “Oh Be”, 2018 yılında DMC’den çıkan Merhaba Gençler 2018 albümünde Halil Sezai tarafından da yorumlanmıştı. 

Albümün “Kahya Yahya”dan sonra en sevdiğim şarkısı olan “Kirlenmiş Çığlık” var sırada. Ben bu şarkıyı konusu bakımından Die Kanaken’deki “Schnüffler”e benzetiyorum. Değişen dünya düzeninde, “sevinçlerimizin bile artık mekanikleşmeye başladığını” anlatan Karaca ve arkadaşları, 7 dakika 26 saniye boyunca modern topluma ayna tutuyor, el birliğiyle doğayı ve dünyayı hiçliğe doğru taşıdığımızı yüzümüze vuruyor. Özellikle nakaratındaki mekanik ses tonunun şarkıyı çok iyi sırltandığını düşünüyorum. “Kirlenmiş Çığlık”, 2018 yılında Jehan Barbur’un “Kuzgun’u Uçmak” adını verdiği EP’sinde de Can Bonomo’nun eşliğiyle yer almıştı. Bana kalırsa Cem Karaca’nın en protest şarkılarından biri. 

Sırada albüme adını veren “Yiyin Efendiler” var. Tevfik Fikret’in şiirinden alınan sözleriyle, Karaca protest çizgisini sürdürmeye devam ediyor. Teatral anlatım biçimini en yüksek noktalarda kullanan Cem Karaca, Uğur Dikmen’in piyano notaları eşliğinde adeta benzersiz bir şiir dinletisi sunuyor bizlere. 

Albümün ilk yüzü kapanırken 30 saniyelik bir kakofoni duyuyoruz. “Bir Açık Oturum”, her kafadan bir sesin çıktığı, birbirine karışan sözlerin etrafımızı sardığı tartışma programından farksız bir çalışma. 

“Geçenlerde bizim tamirci çırağına rastladım, büyümüş diskoteğin önünde kahyalığa başlamış, bu zamana kadar adını hiç sormamıştım, Yahya’ymış adı.”

Albümün diğer yüzü “68’linin Türküsü” ile başlıyor. Keskin bir bas ve synth yürüyüşüyle kulaklarımdan içeri giren şarkı, piyano ve synth notalarıyla devam ediyor. Karaca, içinde yetiştiği kuşağa da bir selam çakarak o dönemi yaşamış devrimciye naif bir dokunuşta bulunuyor. 

“68’linin Türküsü” biterken benim için Cem Karaca külliyatında çok özel bir yere sahip olan “Kahya Yahya” geliyor. Hikayesi olan şarkıları her zaman sevmişimdir, bu şarkının hikayesini de Cahit Berkay’dan dinlediğimde aldığım keyfi hiç unutmuyorum: Cahit Berkay ve Cem Karaca, Ataköy’de  komşu olarak yaşamaktadırlar. Cahit Berkay, Kuşadası Altın Güvercin yarışmasına katılarak o dönem ödemekte zorlandıkları kiralarını ödeyecek bir ödül kazanmak ister. Bunun sonucunda ortaya “Kahya Yahya”nın bestesi çıkar. Ancak bir sorun vardır, şarkının sözleri ortada yoktur ve yarışmaya çok az kalmıştır. Cahit Berkay, Cem Karaca’yı ikna etmek için bir akşam yemeği tertip eder, rakılar açılır, sohbet keyifle devam ederken Berkay, sözü yeni yaptığı şarkıya ve yarışmaya getirir. Cem Karaca başta buna yanaşmasa da “Tamirci Çırağı”nın benzeri sözlerle “Kahya Yahya”yı oluşturur. Şarkı yarışmaya gönderilir ve finale kalır. Cem Karaca, finale çıkıp şarkıyı söylemek istemese de Cahit Berkay’ın “Çıkar ben söylerim” sözü üzerine sahneye çıkar. Şarkı, ekibe birincilik kazandırır ve daha sonra da Cem Karaca konserlerinin en çok eşlik edilen şarkılarından biri olarak külliyata eklenir. “Modern Tamirci Çırağı” da sayılan “Kahya Yahya”, yine kahyalık yapan yoksul bir gencin, diskoteğe gelen güzel ve zengin kadına aşkını anlatıyor. Cem Karaca konserlerde şarkıdan önce, şarkının tanıtımını şöyle yapıyor: “Geçenlerde bizim tamirci çırağına rastladım, büyümüş diskoteğin önünde kahyalığa başlamış, bu zamana kadar adını hiç sormamıştım, Yahya’ymış adı.” Hemen akabinde şarkıya giren Karaca, toplumsal eşitsizliklere yine kendi tarzında değiniyor. Albümün ilk baskısında “Kahya Yahya”nın yerine “Demedim Mi?”yi görüyoruz. “Demedim Mi?”yi Karaca diskografisinde daha önce de 1971’de Kardaşlar’la yaptığı düzenlemeden tanıyoruz. Pir Sultan Abdal’ın deyişinden uyarlanan çalışma, Cem Karaca’nın tasavvuf müziğine duyduğu ilginin de en özel yansımalarından. 

B yüzü de kapanmaya yaklaşırken benim eşlik ederken hep tekerleme söylüyormuşum gibi hissettiğim bir çalışma var: “Sen Seni Bil”. Uğur Dikmen’in synth tonlarının eşlik ettiği şarkı, Cem Karaca’nın didaktik sözlerinden oluşuyor. Aslolanın insan olabilmek olduğunu anlatan Karaca, değişmekten korkmamak gerektiğini de öğütlüyor dinleyenlere. Albümün bu son şarkısı, eğlenceli ve bir o kadar da eleştiri içeren bir çalışma. “Nerede o eski İstanbul” diye iç geçirirken değişen İstanbul’u gözler önüne seren Karaca, doğup büyüdüğü şehrin yeni sahiplerini anlatıyor. İstanbul’a dair özlediklerini de sıralarken, yozlaşan şehir kültürünü, alışık olduğumuz teatral anlatımıyla resmediyor. Cem Karaca’nın klasik progresif tarzına en yakın hissettiğim şarkı, protest çizgiden ilerliyor başından sonuna kadar. 

***

Yiyin Efendiler, değişmeye başlayan Cem Karaca müziğinin işaret fişeği olsa da 1992 yılında çıkardığı Nerede Kalmıştık’tan sound ve konu bakımından ayrılıyor. Bu sebepten de Cem Karaca diskografisinde de kendine has bir özellik taşıyor. Türkiye’nin yakın tarihini gözler önüne seren, ülkede ve dünyada meydana gelen değişimleri yansıtan bu albümü ben çok seviyorum. 2016’da çıkan plağı beklentilerimi karşılayamamış olsa da elimde bu albümün fiziksel bir kaydının olması beni sevindiriyor. 

Bu hafta da kendimi tutamayarak 90’lara dönüş yaptım. Cem Karaca’nın; Cahit Berkay ve Uğur Dikmen’in müziğimize kattığı bu harika çalışmayı dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Bir sonraki yazıya kadar, sağlığınızı korumaya dikkat edin. Unutmayın, bugünler bittiğinde çılgınlar gibi şarkılar söyleyeceğimiz konserlerde buluşacağız!