The Piper At The Gates of Dawn: Şafak Kapısının Ardındaki Rock Cehenneti

Piper At The Gates of Dawn ölümsüz bir başyapıttır, salt ticaret tarafından esir alınmış rock müziğin bir nevi Kudüs’üdür. İşgal altındaki Kudüs!

Biz kaşar gitarcılar ona “Aynalı Telecaster” deriz ancak üstünde “Fender Esquire 1962” yazar. Tam da albümdeki şarkılardan birine adını veren I Ching kitabındaki kilit sayı olan 7. saniyede Syd Barrett’ın “o gitar”ı Mi akordundan girer ve kayıp çocukluk hayallerimiz ile şaşkın yetişkinlik gerçeklerimiz arasındaki kopuk ilişkiyi bir teknikolor jeneratör gibi birbirine bağlar…

The Piper at the Gates of Dawn, 1967 kışında her derginin tüm zamanların en iyi rock albümü seçtiği The Beatles’ın Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band albümünün 20 metre uzağındaki EMI stüdyosunda kaydedilir. The Beatles “Lovely Rita”yı kaydederken, Beatles’a hayran Syd Barrett ve diğer Pink Floyd üyeleri, onların stüdyolarını ziyaret ederler. Dünyanın en çok kaliteli albümünün kaydedildiği yıl olan 1967’de, “Aşk Yazı”nın arefesinde, her iki albüm peş peşe yayınlandıktan sonra Jimi Hendrix, Paul McCartney’nin geldiği konserde Beatles’ın başyapıtının ilk şarkısını jest olarak çalar. Paul McCartney ise The Piper at the Gates of Dawn‘ı ilk dinleyişinde nakavt olduğunu söyler! Syd Barrett, The Beatles’tan ne kadar etkilenmişse, The Beatles da onun başyapıtından o kadar etkilenmiştir. Hendrix kadar olmasa da çok iyi birer enstrümancı olan The Beatles üyeleri belki Piper‘dan bir şarkı çalıp jest yapmak isteyebilirlerdi, eğer Piper‘daki şarkıların daha doğrusu parçalara bölünmüş tek bir şarkının nasıl çalınacağını bilselerdi!

Piper’ın sadece kapağı değil, o kapağın içindeki müzik de kaleydoskopiktir. Kalyedoskopik bir çağlayan, pastoral bir şelale… Saf LSD içmiş 1967 model bir Peter Pan ve ona eşlik etmeye çalışan üç arkadaşı! Syd Barrett, başyapıtı Piper’da meşaleyi en önde taşıyıp yeni yolu gösteriyordu, taşıdığı meşale ise önce elini sonra beynini yaktı… 5 yıl sonra Syd evde annesiyle televizyon izlerken müzik ticareti yapmaktan daha mutluydu!

Piper At The Gates of Dawn albümü adını çocuk kitabı klasiklerinden The Wind in the Willows‘tan almış. Yıllar sonra Ritchie Blackmore’un kitapla aynı isimde bir şarkı yazması tam da Piper ile daha önceki ve sonraki rock müzik arasındaki öncü farkı vurgulayan cinsten. Rock müziği, bir süre sonra müzik ticareti lehine sanatçının özgür yaratıcılığını hapseden kadın-erkek-aşk-seks dörtgeninden tamamen çıkaran ilk albüm. Albümde bir tane aşkımsı şarkı var; “Lucifer Sam”de Syd gerçek hayattaki sevgilisine “Sevgili Jennifer, sen bir cadısın!” diyerek “aşk”ın %50’si olan kavgalarını açıkça ifşa ediyor…

Piper‘ın ilk saniyesinden son anına kadar Syd, elektro gitar ve kelimeleri ressam Jackson Pollock’un boyaları kullandığı gibi kullanıyor. Kreatif bir çılgınlığın plağa kaydedilmesi Piper. Bu yüzden EMI şirketinin atadığı gerizekalı prodüktör kayıt masasında yer alan iki düğmeden üzerinde “Pop” yazanı mı “Klasik” yazanı mı kullanacağına bir türlü karar veremiyor. Albüm kayıtlarını “Syd ile çalışmak cehennem azabıydı,” diye anlatan ses mühendislerinin Lovren’i zat, Syd ve arkadaşlarıyla iletişim kuramayınca onlara ulaşmak için piyanoda 1930’ların standart cazlarından falan çalma salaklığında bulunuyor. Hâlbuki albümün adındaki gibi Yeni Müzik, şafağın kapısında! Coltrane ve Miles Davis çoktan modal kafaya ulaşmış, tarihi baştan yazmışlar. Yani anlamayacak bir şey yok: Coltrane, üflediği saksofonla ne kadar free ise Syd ve arkadaşları da o kadar free’ler!

Roger Waters – Nick Mason – Syd Barrett – Richard Wright

“Astronomy Domine” tüm zamanların en büyük şarkılarından birisi. Syd’e kıyak olsun diye değil, kendisi de Ummagumma’nın konser yüzünde çalarken ta o zamandan “Astronomy Domine”nin büyüklüğü anladığı için David Gilmour, Pink Floyd best of’larının açılışına o ölümsüz başyapıtı koyar. Syd’in 0:07’de başlayan gitarından 10 saniye sonra ikinci bir kanaldan 0:38’e kadar azalarak süren bir ses gelir. Yine bir sabah Kadıköy-Beşiktaş vapuruna binerken atılan iskelenin gıcırtısında o sesin ikizini duymuştum. Daha sonra aynı sesin çocuklarını Tangerine Dream, Amon Düül II, Hawkwind gibi diğer öncülerde defalarca duymanın tarifsiz mutluluğuna eriştim. “Astronomy Domine”de Nick Mason’ın lüks araba sürmekten sonra en iyi yaptığı şey olan tom davullarla loş melodik ritimler girer. “Astronomy Domine”den sonra kronolojik olarak Pink Floyd’un o zamana kadarki en iyi şarkısı olan “Echoes”ta da Mason benzer şekilde tom davullarla uzun yola çıkar. Son zamanlarda bilim kurgu, uzay filmlerine sık sık soundtrack olmaya başlayan, yani aslında yeni yeni tam anlaşılan “Interstellar Overdrive”da da Mason davulu arabaları kadar keyifli ve iyi kullanır. Aslında şarkı önceden hazırlanmış bir beste değildir; Syd ile grubun menajeri, Atlantik’in diğer yakasındaki harika grup Love’ın “My Little Red Book”u üzerine konuşurken, Syd şarkının girişini gitar klavyesindeki tüm ardaşık akorları çalarak uzatır, gerisi ise 9 dakika 41 saniye süren bir efsane… Özellikle Waters’ın Syd’le aşık attığı bölümler bambaşka bir seviye!

Roger Waters hep Piper‘da yeteri kadar büyülü bas çalmamakla eleştirilir. Bu çok büyük bir haksızlık. Evet, Waters kariyerindeki en iyi basları Piper’da çalmaz ancak Waters yerine McCartney de çalsa çok şey değişmezdi. Çünkü Syd’in gitarı Piper‘da başlı başına bir orkestradır, sürekli kalın Mi ya da en üstteki 4 tel dışında bir yerden pek çalınamayan Mi 5’liden girer ya da oraya çıkar, sonunda başladığı yere döner: Yani özellikle Waters’ın kalın tellerden bas çalması için yeterince alan kalmaz. Lakin albümde baslar gayet güzel ve tamamlayıcı duyulur. 1967 kışında Syd ile çalmak bile başlı başına bir başarıdır. Bu dalda en başarılı kişi ise şüphesiz Rick Wright’tır. Piper‘da Syd’in yanındaki Wright, bir nevi Totti’nin yanındaki de Rossi’nin müzikal versiyonudur. O çocuk duygusallığındaki naif org akorları trafiği arasına karışan free cazımsı proto-fusion denemelerinin orijinalliği, albümün yayınlanmasından 50 yıl sonra MIDI ve dijital sentezleyiciler çağında çok daha net anlaşılıyor. Hele hele Piper At The Gates of Dawn gibi bir başyapıtı bir gerizekalının kaydettiğini tekrar hatırlatırsak sadece Syd değil Floyd’un kalanı da aslında bayağı üstün kalitede çalıyorlar, çağlayan gibi çağlıyorlar! Quantizer’lı kayıt teknolojisinin Q’sünün olmadığı 1967’de “Flaming” ve “Scarecrow” gibi şaheserleri bir seferde hep beraber çalarak hücum kaydetmek şahane müzisyenlik! Roger Waters’ın bu albümdeki tek ağırlıklı bestesi olan “Take up Thy Stethoscope and Walk”u 1967’de hep beraber hem de kaydettikleri müziğe öküzün trene baktığı gibi bakan bir adam miksaj masasının başındayken kaydetmek, şahane müzisyenlikten bile öte. O şarkıdan Sonic Youth çıkar, biliyorsunuz!

Albümde tek bir kötü şarkı yok; aslında albüm bölümlere ayrılmış tek bir şarkı gibi. Tabii ki Pink Floyd, Syd’den sonra da şahane albümler yaptı. Syd grupta fiilen yer almasa da bir esin kaynağı, bir “deli elmas parıltısı” olarak hep yer aldı, halen de yer alıyor. Floyd bir sürü tematik ya da konsept albüm yaptı ama bunların ilki aslında Piper At The Gates of Dawn. Bu tematiklerden en ünlüsü objektif açıdan bakarsak şüphesiz The Wall. The Wall‘u Pink Floyd’un başyapıtı olarak görenler Piper için genelde “İyi albüm ama sahici Pink Floyd değil,” derler. Bence de Piper Pink Floyd ise, The Wall sadece ticaret! Piper‘dan 10 yıl sonra punk akımı “Pink Floyd’dan nefret ediyorum!” tişörtleriyle radikal bir şekilde ortaya çıkarken, 1977’de patlayan en iyi beş punk grubunun müzik kariyeri en uzun ve en kaliteli olanlarından ikisi Siouxsie & The Banshees ve The Damned’ın aşırı Syd Barrett fanatiği olmaları bu diyalektiğin en zihin açıcı boyutu. 

Piper At The Gates of Dawn ölümsüz bir başyapıttır, salt ticaret tarafından esir alınmış rock müziğin bir nevi Kudüs’üdür. İşgal altındaki Kudüs! Serdar Ortaç’a “Another Brick In The Wall” söylüyor diye kızmayın, Serdar Ortaç şarkıları söyleyeceğine “Another Brick In The Wall” söylesin tabii ki! Ancak Türkiye’deki genç rock’çılar da “Another Brick In The Wall” kadar “Astronomy Domine”yi de çalmayı öğrensinler, yemin ederim hem daha kolay hem daha da derin… Şafak Kapısı’nın ardı bir Rock Cehenneti’ne çıkıyor… Korkmayın, kapıdan girin!