Merve Daşdemir: “Altın Gün büyüdükçe kendi sesini buluyor!”
Saykodelik müziğin günden güne ilgi kazanmasının ardından, 70’lerde Türkiye’ye damgasını vuran “Anatolian Psychedelic” de yeniden gündeme geldi. Yalnızca Türkiye’de değil, yurt dışında da ilgiyle karşılanan Anadolu Pop/Rock akımı ve grupları adeta yeni keşfedilmiş bir maden cevheri gibi sevenleri tarafından yakından takip edilmeye başlandı. Son dönemde ortaya çıkan yeni saykodelik grupların arasından Hollanda’da kurulan bir grup, diğer grupların arasından sıyrılarak bir anda ününü dünyanın dört bir yanına taşıdı. Evet, Altın Gün isminin aklınızdan geçtiğini biliyorum, çünkü Türkçe sözlü saykodelik müzik dendiği zaman bugünlerde akla ilk onlar geliyor!
Altın Gün, pandemi dönemini de boş geçirmeyerek albümleri arasına bir yenisini daha ekledi. Müzikal anlayışlarına 80’lerin synthwave akımına da göz kırparak yeni bir bakış açısı kattıkları albümleri Yol, pandemi sebebiyle yavaşlayan müzikal üretime de ilaç gibi geldi. Ben de büyük bir heyecanla Hollanda’ya konuk olarak grubun vokalisti Merve Daşdemir ile Zoom üzerinden bir röportaj gerçekleştirdim. Biraz Yol albümüne biraz da pandemi döneminde müzik yapmaya dair keyifli bir sohbet ettik. Şimdiden iyi okumalar!
“Yol‘un yeniyle eskinin kesişim noktasında bir albüm olduğunu söyleyebilirim”
Hayatımızı esir alan pandemi dönemiyle başlamak istiyorum… Pandemi dönemi size ne hissettirdi? Altın Gün açısından bu dönem felaket miydi yoksa bir şeylerin kıymetini anlamak için biçilmiş kaftan mı?
Şimdi… Biz 2020’nin Mart ayında İstanbul konserlerimiz iptal olunca Hollanda’ya döndük ve pandemi bir anda patladı. İlk zamanlar bana çok iyi geldi açık söylemek gerekirse. Çünkü pandemiden önce sürekli turnede ve yoldaydık; böyle olunca da müzik yapacak zaman bulamıyorsun. O yüzden ilk üç ay benim için tam anlamıyla müthişti, evde oturup sadece müzik yaptım. O arada da yeni albüme hazırlandık. Tabii ilk iki albüme göre çok daha farklı bir yol izledik. Bir araya gelemediğimiz için herkes bireysel olarak evden çalışmak durumunda kaldı. Tüm çevresel faktörler değiştiğinden tüm ekip evde vakit geçirerek kendi dünyasına döndü; herkes kendini yeniden keşfetmiş oldu bir bakıma. Kimimiz bu çalışma biçimine alışamadı çünkü normalde biz hep birlikte canlı çalarak kaydediyoruz albümlerimizi. Kimimiz bu bakımdan yaratıcı olamadı. Ama benim için, Jasper ve Erdinç için çok verimli geçtiğine eminim. Süreç boyunca birbirimize sürekli Dropbox’ımız üzerinden projeler, şarkılar, demolar yolladık. Zordu ama bir yandan da güzel bir süreç geçirdik.
Pandemi döneminde grup olarak müziğiniz ya da müzikal bakış açınız nereye evrildi?
Aslında bilinçli bir tercihimiz yoktu. Farklı bir şekilde çalışarak her şeyi dijital ortam üzerinden sürdürmek zorunda kaldık, sound’umuz da bundan biraz etkilendi. Bir de Belçikalı bir yapım ekibiyle çalıştık, onlar da biraz elektronik kafalardaydı… Onların da yaptığı miksin de albümün sound’unda etkisi var haliyle. Çok bilinçli bir şekilde ortaya çıkan bir sonuç değil yani. “Hadi biz tamamen 80’ler sound’una geçelim,” diye bir şey demedik. Aslında Yol‘un yeniyle eskinin kesişim noktasında bir albüm olduğunu söyleyebilirim. Yani püristler için de birkaç tane şarkı var: “Sevda Olmasaydı”, “Hey Nari”, “Maçka Yolları” gibi. Çünkü bazı saykodelik ve Anadolu Pop püristleri “Çok synth’e kaydınız!” diyebiliyor bazen. Ama dediğim gibi, bu albüm iki dünyanın birleşimi bence.
Geçirdiğiniz bu müzikal evrimin grup dinamiğinizi koruduğuna inanıyor musunuz?
Öncelikle biz ortaya çıkan sonuçtan çok memnunuz. Genelde prova odasında şarkıların tamamını beraber bitiririz. Bu sefer önce şarkıları bitirdik, şarkılar bittikten sonra beraber kaydettik. Öncekilerin tam tersi oldu. Ama bence grup dinamiğini korumaya devam ettik çünkü az önce de dediğim gibi, herkes kendini yeniden keşfetti. Mesela benim için Yol, en fazla adandığım Altın Gün albümüdür. Çok fazla çalıştık Jasper’la birlikte. O yüzden büyük bir tatmin hissediyorum. Ancak sahnede çalamadığımız için de net bir şey diyemiyorum tabii. (Gülüyor) Bir iki tane ‘stream’ yayın yaptık şimdiye kadar, albümü tam olarak oturup da başından sonuna birlikte çalamadık.
Albüm hazırlıkları ne kadar sürdü, ne kadar sürede kayıtları gerçekleştirdiniz?
Biz Mart’ta başladık albüme, tam pandeminin çıktığı döneme denk geliyor… Hemen evlere kapandık zaten, “Ooo müzik yapacağız!” diyerek. Heyecanlıydık, 2020 Mart’ında başladık ve Temmuz’a kadar hiç bir araya gelemedik. Üç ay gibi bir sürede demolamayı bitirdik, Temmuz’da da iki hafta boyunca birlikte kayıtları gerçekleştirdik. Herkes bir araya gelmek zorunda değildi, ben gidiyordum bir diğeri geliyordu. Zaten o yüzden daha farklı bir albüm oldu ya… Burada (Hollanda’da) çok fazla kişi limiti var. Mesela şu an benim evime gelebilen kişi sayısı günlük sadece bir kişi. Temmuz’da da böyleydi. Örneğin dört kişiden fazla kişi bir araya gelemiyordu. O yüzden gruptaki herkes birlikte olamadı ama canlı kaydettiğimiz şarkılar da var albümde. Pandemiden dolayı daha fazla prodüksiyona döndü iş. Ağustos’ta da en son mastering işlemiyle albümü tamamladık. Çıkış tarihi bizim elimizde olan bir şey değil zaten, bitirince biz hemen yayınlamak istiyoruz ama tabii yapım şirketleri öyle demiyor! (Gülüyor)
Hollanda’da durumlar nasıl? Müzisyenlere ve sanatçılara destek veriliyor mu?
Yalnız yaşayan müzisyenlere devletin verdiği bir destek var. Onlar devletten destek alabiliyor. Ancak partneriyle birlikte yaşayanlar bu destekten yararlanamıyor. Asıl destek nasıl var biliyor musun? Bakanlıktan yeni bir bütçe çıktı, destek adı altında etkinlik ve festivaller için… Örneğin 2021’in Temmuz ayında Dutch Festival yapılacak diyelim. “Sen planlamalarına başla,” deniyor, son dakika etkinlik iptal olursa prodüksiyon masraflarının yüzde 70’ini devlet karşılıyor. Ancak sanatçılar buna dahil değil. Biz grup olarak günümüzü komple o festivale veriyoruz, iptal olunca da festival ve prodüksiyon kendi masraflarını alıyor. Grup ve sanatçılar hiçbir şey alamıyor. Şu an bunun münazaraları gerçekleşiyor. Çok enteresan durumlar yani. Sen bir festival düzenliyorsun ama gruplar ya da sanatçılar olmadan festival olabilir misin? Sanki biz çok lüks pozisyondaymışız da hobimizi mesleğe çevirip rahatça yaşayabiliyormuşuz gibi bir algı var. O yüzden stresli günler yaşıyoruz.
“İnsanlar samimiyetimizi hissettiği için çok güzel bir kitlemiz var”
Pandemi süreci biraz daha devam ederse yol haritanız var mı?
Biz tamamen canlı performanslardan gelir elde eden insanlarız, telif ücreti almıyoruz ki. Telifler orijinal bestecilere/sanatçılara gidiyor. O yüzden bir sene daha kaldırabilir miyim bu durumu, bilmiyorum. Bu dört sene de sürebilir, geçmişte olmuş sonuçta İspanyol Gribi gibi şeyler… Öyle bir seçeneği düşünmek bile istemiyorum. Aksi halde kariyer değiştirmek zorunda kalacağım; bir sene daha konser veremezsek yavaş yavaş herkes başka alanlara dağılmak, başka işler yapmak zorunda kalacak… ki Altın Gün şu an Hollanda’da lüks bir pozisyonda. Mesela ‘Eurosonic Noorderslag Europe’ listelerinde Hollanda’nın elektronik müzikten sonra dışarıya ihraç ettiği birinci grupmuşuz. Her festivalin istek listesinde ilk 10‘daymışız. Böyle bir durumda olmamıza rağmen bu kadar zorlanıyoruz. Bir de yola yeni çıkan grupları, müzisyenleri düşünsene; hepsi yok oldu. Kültür çok kötü etkilendi.
Birçok grup üretimlerini dahi durdurmuşken gerek Türkiye’de gerekse dünya genelinde Altın Gün’e duyulan ilgiyi nasıl ayakta tutabildiniz?
Ben de bilmiyorum ya! Bu zamana kadar üç tekli yayınladık yeni albümden. Türkiye’yi çok bilmiyorum açıkçası, Türkiye’de çok büyük ve tanınan bir grup olduğumuzu düşünmüyorum. Biz yurt dışında daha çok tanınıyoruz bence. Mesela özellikle Amerika’daki ilgi şu anda uçuyor gidiyor. Avrupa da aynı şekilde. Ben çok şaşkınım, yani ilgiyi korumayı bırak, istatistiki anlamda da sayılar inanılmaz katlandı pozitif açıdan. Konser veremememize ve dinleyicilerimizle iletişim kuramamamıza rağmen çok güzel şeyler oluyor. “Ne oluyor?” diyoruz çünkü hiçbir zaman bu kadar büyük olacağımızı düşünmedik. O yüzden bu tepkiler çok mutlu edici ama bazen de gerçek değilmiş gibi hissediyorsun, rüyada gibi. Bunu nasıl koruduk bilmiyorum ama sanırım biz daha çok canlı müzik grubu olduğumuz için kitlemizi gerçekten küçük konserler vererek bir araya getirdik ve koruduk. İnsanlar samimiyetimizi hissettiği için çok güzel bir kitlemiz var, onları çok seviyoruz sağ olsunlar, dinleyicilerimiz bizi yüceltiyorlar.
Netflix Türkiye’nin yeni dizisi ’50m2’nin soundtrack’inde de yer alarak Türkiye’de kendinizi yeniden hatırlattınız. Pandemi öncesinde konserleriniz de kapalı gişeydi zaten. Sizce Türkiye’de neden bu kadar sevildiniz?
“Goca Dünya”nın dizide kullanılması bizim için büyük bir sürpriz oldu. Bilmiyorduk çünkü dizide kullanıldığını. Avrupa’daki telif sistemiyle Türkiye’deki telif sistemi çok farklı birbirinden. Normalde şarkının master’ı bize ait. Bizim aranjemiz, bizim yorumumuz. Ancak bu soundtrack sistemini direkt yazar ve besteci üzerinden de yürütebiliyorlar, öyle olmuş herhalde. Mesela Hollanda’da istediğin her şarkıyı yorumlayabilirsin. Türkiye’de ayrıca lisans ücreti de isteniyor. Bir de iletişim faktörü var; bizim menajerimiz de Hollanda’da olduğu için iletişim biraz sıkıntı oldu… Sonunda hallettik, tabii yine de hoş oldu bence.
Türkiye’deki ilgiye gelince; İstanbul’da birkaç tane konser verdik. Bir Türkiye turnesi yapmadık açıkçası. Bursa’ya, Antalya’ya ve Ankara’ya da gittik. Haliyle Türkiye’deki büyük dediğimiz grupların yanlarından bile geçemeyiz. Üç konserimizin kapalı gişe olması da çok büyük bir grup olduğumuz anlamına gelmiyor bence. Ama küçük ve sağlam bir kitlemiz olduğunu biliyoruz, bu da çok güzel.
‘Yol’un en büyük ilham kaynağı neydi? Albümün adı nereden çıktı?
Çok değişik bir “Yol” oldu bu. Hiçbirimizin beklemediği bir yolu niteliyor. Pandemiyle birlikte farklı bir yol izlemek zorunda kaldığımız için böyle bir isim koyduk. Hem söylemesi kolay… Biz daha çok yurt dışındayız biliyorsun, bu isim telaffuz konusunda da sorun yaratmıyor. Bu yüzden biz albümlerin ismini biraz daha kolay söylenebilir kelimelerden seçmeyi tercih ediyoruz: On, Gece, Yol gibi herkes için kolay söylenebilecek isimler. “Bir Dalda İki Kiraz” gibi albüm ismi olduğunu bir düşünsene! (Gülüyor)
Aslında siz ikinci albümdeki ‘Süpürgesi Yoncadan’ ile synthwave akımına bir göz kırpmıştınız. Yeni albümdeki synth ağırlıklı müziği daha önce planlamış mıydınız yoksa doğal olarak mı ortaya çıktı?
Kasıtlı bir amacımız yoktu, yukarıda da dediğim gibi. Erdinç, “Süpürgesi Yoncadan”ı yaptığında biz çok heyecanlandık. Çünkü gerçek bir dans şarkısıydı. Biz dans ettirmeyi seviyoruz, şarkılarımız dans pistlerinde çalsın istiyoruz. Pandemi de müziğimizi etkiledi; evden çalışırken dijitale kaydık, synth ağırlıklı çalıştık. Bir de grup olarak büyüyoruz, gelişiyoruz. Bu arada da yeni şeyler denemeye çalışıyoruz. Daha çok kendi sesimizi buluyoruz gibi geliyor bana. Gelişim sürecinin de bir parçası bu zaten.
Şarkı seçimlerinde neye dikkat ettiniz, 80’ler sound’una uyarlamakta zorlandığınız bir şarkı oldu mu?
Şarkıları illa 80‘lere uyarlayalım diye takılmadık. Doğal bir süreç şeklinde gelişti. Ben zaten bu albüme başlarken ne yapmak istediğimi çok iyi biliyordum. Mesela “Yüce Dağ Başında”, Adile Naşit’in çocukluğumda izlediğim ve hafızama kazınan Ah Nerede (1975) filmindeki balkon sahnesinden geliyor. Ben hep ona ‘tribute’ bir şey yapmak istiyordum. Derken Jasper bir groove hazırladı. Ben de disko akorlarını yerleştirdim, hızlıca şekillendirdik. Bunun dışında Jasper’da ‘omnichord’ diye bir synthesizer var, onu ödünç aldım ki normalde klavye çalıyorum ve omnichord çok daha farklı bir yaklaşım sunuyor müzik yapmak için. Sesi çok hoşuma gidiyor, genelde severim öyle tekinsiz sesleri. Omnichord ile birkaç fikri taslak haline getirdim. “Intro”, “Bahçada Yeşil Çınar”, “Arda Boyları”, “Kara Toprak” gibi şarkılar hep omnichord’la başladı. Yani illa bir sound’a uyarlayalım diye başlamadık. Elimizdekilerle, evde kimin elinde ne varsa yeni bir şeyler yarattık.
Altın Gün’ün geçmişine baktığımızda hiç klipe rastlamıyoruz, ‘Süpürgesi Yoncadan’ın animasyon klibi haricinde. Klip yapma fikri nereden esti?
Biz bu albümle birlikte iki tane de klip çektik. Daha önce hiç uğraşmazdık böyle şeylerle. Fotoğraf çekimleri, video klipler hiç yoktu bizde. Hiç de iyi değiliz bu konularda. Sadece canlı performanslarımızın görüntüleri olurdu internette. Bu sefer bizim Amerika’daki şirket ATO Records ve Avrupa’daki Glitterbeat çok ısrar etti “Artık video klip yapacaksınız,” diye. Onlar da ısrar edince “Ordunun Dereleri” şarkısına klip çektik. Sonra da “Yüce Dağ Başında” geldi. Ama çok acemi olduğumuz konular bunlar. Öyle keskin fikirlerimiz de yok aslında. (Gülüyor) Yönetmenlere bıraktık biraz, ikinci klip eğlenceli oldu bence. Dinleyiciler de beğendi, mutlu olduk.
Albüm kapaklarınızda illüstrasyon kullanmayı çok seviyorsunuz ve ‘Yol’da da dönemin ruhunu yansıtan hoş bir illüstrasyon kullanmışsınız…
Biz kendimizi kullanmayı çok sevmiyoruz. Burada illüstratör tanıdıklarımız var, onlara danışıyoruz. Bizim aslında tek derdimiz müzik, gerisi de çok önemli değil açıkçası. O yüzden bu işi bilen illüstratörleri tercih ediyoruz. Son albümde de bir gazete için illüstrasyonlar yapan bir arkadaşla çalıştık. Bu tarz bir yaklaşım bize daha çekici geliyor.
Altın Gün’ün kurulmasında 70’ler Anadolu Pop’unun şarkıcı ve gruplarının yeri çok büyük. Hatta konserlerinizde de Fikret Kızılok’tan ‘Köroğlu Dağları’nı çalıyorsunuz. Diğer grup ve sanatçılardan kullanmayı düşündüğünüz bir şarkı var mıydı?
Yoktu. (Gülüyor) Yani, mesela bu albüme baktığımızda, çok daha fazla anonim şarkı seçtik. Bizde genelde Neşet Ertaş ve Aşık Veysel olur çünkü ikisi grup olarak bizi çok etkiler. Ama bu albümde biraz daha anonime kaydık. Anonim şarkılarda çoğunlukla bir saz ve bir vokal olduğundan, bize aranje edecek çok geniş bir alan kalıyor. Kendimize alan yaratmak istedik. Mesela Hollanda’da birçok insan “Cemalım”ı Erkin Koray şarkısı sanıyordu ancak değil. Biz konserlerde Fikret Kızılok’tan “Köroğlu Dağları”nı çalıyoruz ama onun dışında o dönemden herhangi bir müzisyenin şarkısını hiç kullanmadık. Baktığımızda onların da ilk başta yaptığı şey türküleri alıp kendilerince yeniden yorumlamaktı. Biz sadece onların metodundan etkilendik, kişisel şarkılarından değil; onların bu müziği alıp Batı çalgılarıyla yorumlamalarından, ikisini karıştırmalarından çıktı Altın Gün.
Canlı performanslarınızda grup olarak güzel bir uyumunuz var, albümlerinizi de analog olarak kaydediyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde Moğollar ve BaBa ZuLa’nın da yaptığı gibi bir direct-to-disc albüm yapmayı düşündünüz mü?
Düşünüyoruz ve kesinlikle yapacağız!
Son olarak Altın Gün cephesinden bizi yakın zamanda neler bekliyor?
Çok fazla sürpriz var. Şimdi söyleyemiyorum ama beklemediğin kadar yakında gelecek çok gizli bir projemiz var şu an. Kimse bilmiyor henüz. O gizli projeden sonra daha pürist ve canlı bir şeyler de kaydedeceğiz. Başa dönüş gibi bir çalışmamız olacak. Çok güzel şeyler geliyor ve hiç beklemediğiniz kadar da yakın… Düşün bak, albüm çıkıyor, belki birkaç ay sonra yepyeni bir şeyler daha gelebilir. Çünkü çok vaktimiz var ve bu dönem çok üretken geçiyor