Blue and Lonesome: Form geçicidir, klas kalıcı
YAZAR ONUR BAYRAKÇEKEN
Blue and Lonesome, genelde futbolcular için söylenen bir sözü söyletiyor insana: “Form geçicidir, klas kalıcı.”
Bugün rock tarihinden bahsederken adı mutlaka anılan Marquee Club, 12 Temmuz 1962 akşamı “The Rolling Stones” adında yeni bir gruba sahnesini açmıştı. Grup, adını büyük blues ustası Muddy Waters’ın “Rollin’ Stone” parçasından alıyordu. O akşam The Rolling Stones, Chicago blues ağırlıklı çalmıştı. Nitekim grubun o gece sahneye çıkan üyeleri, Mick Jagger, Keith Richards ve Brian Jones*, hepsi blues meraklısı genç müzisyenlerdi. Bu üçlüye daha sonra davulcu Charlie Watts ve basçı Bill Wyman da katılmıştı. Watts sıkı bir caz severdi. Wyman ise 1997 yılında bir rhythm & blues grubu kuracaktı. Kısacası, 60ların başında The Rolling Stones, Amerikalı siyahların sıcak müziğiyle Londra’nın yağmurlu sokaklarını sallamak üzere yola çıkmıştı.
O ilk konserin üzerinden tam 54 yıl geçti ve The Rolling Stones hâlâ sahnelerde! Üstelik birkaç gün önce Blue and Lonsome adlı yeni bir albüm yayınladılar. Londra’daki British Grove stüdyolarında sadece üç günde kaydedilen albüm, grubun 2005 yılında yayınlanan A Bigger Bang albümünden sonra çıkardığı ilk stüdyo albümü. Baştan sona blues coverlarından oluşan Blue and Lonsome için bir zaman makinesi albümü, desek, herhalde yanlış bir ifade kullanmış olmayız. Sanki grup üyeleri bir zaman makinesine atlamış, ilk yıllarına gitmişler ve bir şeyi anımsayıp dönmüşler: Blues’u.
“Blues” sözcüğü Türkçe’de “hüzün” demektir. Hüzünlü, efkârlı insanın müziğidir blues. Onu hakkıyla çalabilmek için önce hissetmek zorundasınızdır. The Rolling Stones, tarihi boyunca çok büyük albümler yaptığı gibi ticarî kaygılara kapılıp kendi standartlarının çok altında albümler de yaptı. Duygusuz albümler; dinlerken, kötü bir The Rolling Stones kopyası dinliyormuş hissi veren albümler… Neyse ki, Blue and Lonsome onlardan değil – ne mutlu! Belki büyük bir albüm değil, ama iyi bir albüm Blue and Lonsome. Çok iyi müzisyenlerin yaptığı çok iyi bir blues albümü – kalpten ve sahici. Albümün stüdyoda canlı kaydedilmesinin de bu hissi vermede payı büyük kuşkusuz.
Blue and Lonesome 12 parçadan oluşuyor. Tıpkı 1962’deki o konserde olduğu gibi, yine Chicago blues ağırlık parçalar. Parçaların yazarlarına bakınca, klişe bir tabir ama, bir ustalar kuşağıyla karşılaşıyoruz: Magic Sam’den Howlin’ Wolf’a, Buddy Johnson’dan Little Walter’a…
Albümün açılış parçası “Just Your Fool”, Buddy Johnson’a ait. Ancak The Rolling Stones, Little Walter yorumunu kullanmış. Zaten Buddy Johnson versiyonu The Rolling Stones için fazla temiz kaçardı… “Just Your Fool” ile albüm insanın içini kıpır kıpır ederek başlıyor; Mick Jagger’ın mızıkasında Little Walter’ın ustalığı yok elbette, ancak albüm boyunca ağzından düşmeyen mızıkasıyla Jagger belki de kendi kişisel tarihinin en iyi performanslarından birini sergiliyor. Keith Richards da benim gibi düşünüyormuş ki, Jagger’ın mızıka performansı için “Şimdiye kadar yaptığı en iyi kayıt,” demiş!**
“Just Your Fool”un hemen ardından albümün en esaslı parçalarından biri geliyor: “Commit A Crime”. Howlin’ Wolf’un şarkısı, belki de blues tarihinin en sağlam işlerinden biri. Howlin’ Wolf’un, o kurt gibi uluyan vokalinin yerini Blue and Lonesome‘da Mick Jagger’ın beş bin yaşına da gelse enerjisinden bir şey yitirmeyecek kendine has vokali alıyor. Şahsen Howlin’ Wolf’u kimseye değişmem ama The Rolling Stones da şarkıya farklı bir tını vermiş.
Albüme adını veren “Blue and Lonesome” şarkısı, Mephis Slim’e ait, eski bir parça, 1949 tarihli. Albümdeki şarkılardan bir ilk üç çıkarsam, bu şarkıyı almam, ancak genç The Rolling Stones’un, özellikle de genç Mick Jagger’ın bu şarkıdaki performansı nasıl olurdu merak ediyorum. Çünkü Jagger, şarkıyı fena halde hissediyor; ilk defa âşık olmuş, ilk defa terk edilmiş ve ilk defa yalnız kalmış bir delikanlı gibi söylüyor. Bunu duyabiliyorsunuz. “Blue and Lonesome”un ardından gelen Magic Sam şarkısı “All of Your Love” da Mick Jagger’ın çok ön planda olduğu bir şarkı. Güzel bir klavye solosu içerse de, insanı şarkıda tutan Jagger’ın vokali ve mızıkası… bir de Charlie Watts. Davulcular genelde arka planda kalır, halbuki bir grubun her şeyidir onlar. Kötü gitar çekilir çiledir ama kötü davula sabretmek imkansızdır! Charlie Watts neyse ki her zaman çok iyi bir davulcu oldu.
Albümün sanırım en iyi parçalarından biri, bir Little Walter şarkısı olan “I Gotta Go”. Kalkıp dans etmiyorsam, sizlerle bu yazıyı olabildiğince çabuk paylaşmak istememdenir – ama itiraf edeyim, omuzlarımı ve ayaklarımı durduramıyorum! Her şeyiyle harika bir yorum olmuş.
“Everybody Knows About My Good Thing” dinleyiciyi bir sürprizle karşılıyor: Albüm kaydedilirken meğer Eric Clapton da British Grove Stüdyoları’nda kendi albümüyle cebelleşmekteymiş ve The Rolling Stones’u (tekrar) sahici blues yaparken duyunca dayanamayıp şöyle bir uğramış. Tabii, eli boş gelmek olmaz… Haliyle, Keith Richards’ın gitarlarından birini alıp Clapton da albümdeki iki şarkıda ekibe katılmış! O şarkılardan biri, işte bu şarkı. İşin içine Clapton da girince insanın beklentisi hepten yükseliyor, ancak “Everybody Knows About My Good Thing” beklentiyi pek karşılayamıyor. Albümün en zayıf parçası değil, fakat birçok şarkıda dinleyiciye geçen o sahicilik, bunda geçmiyor.
“Everybody Knows About My Good Thing” tempoyu biraz düşürmüşken bir Eddie Taylor şarkısı olan “Ride ‘Em On Down” geliyor ve ortalık yeniden (ama bu defa harbiden) curcuna yeri oluyor! Kokaini ancak 62 yaşında (şu an yaşı 72) bir palmiye ağacından düşüp beyin ameliyatı geçirmesi gerekince bırakan Keith Richards’ın 2016 yılında hâlâ sağ olması bile mucizeyken, gitarıyla etrafı velveleye vermeye devam edebilmesini hangi kelimeyle açıklayabiliriz bilmiyorum. Ama ona Ronnie Wood da esaslı şekilde eşlik edince ortaya şahane bir 2 dakika 48 saniye çıkmış. Kesinlikle albümün en iyi parçalarından biri “Ride ‘Em On Down”. Kayıt teknikleri ve enstrümanlardaki gelişmelerin de etkisiyle, 1955 yılında kaydedilen orjinalinden daha keyifli, daha canlı bir yorum.
“Hate To See You Go” da albümün en sağlam parçalarından bir Little Walter şarkısı. Grubun çalarken çok keyif aldığını hissediyorsunuz; gitarlar Mick Jagger’a mükemmel eşlik ediyor. Öyle keyifli bir yorum olmuş ki, ardından gelen “Hoo Doo Blues”u düşürmüş… “Hoo Doo Blues”, sanırım “Ride ‘Em On Down” ve “Hate To See You Go” gibi iki sağlam parçadan sonra gelmesinin de etkisiyle benim tat alamadığım bir başka şarkı oldu.
“Hoo Doo Blues”tan sonra gelen “Little Rain”, bir Jimmy Reed şarkısı. Albümdeki en güçlü yorumlardan değil, ama bir kovboy filmi çeksem kesinlikle Mick Jagger’ı bu şarkıdaki mızıka solosunu çalması için davet ederdim.
“Little Rain”in peşinden gelen Willie Dixon şarkısı “Just Like I Treat You” da “Hoo Doo Blues” gibi gitarları hariç pek akılda kalmıyor. Ancak Willie Dixon’ın albümü kapatan şarkısı, Led Zeppelin yorumuyla meşhur “I Can’t Quit You Baby”… Bir albümün açılışı ve kapanışı çok önemlidir; The Rolling Stones açılışı kotarmıştı, kapanışı da kotarmış! Gruba (yine) Eric Clapton da eklenince gerek gitarlarıyla, gerekse Mick Jagger’ın insanı 70lere götüren yırtıcı çığlıklarıyla “I Can’t Quit You Baby” Blue and Lonesome’ı etkileyici bir şekilde kapatıyor.
Uzun lafın kısası, Blue and Lonesome‘ı önemli bir albüm olarak dinlerseniz hayal kırıklığına uğrarsınız; çünkü müzik tarihinde önemli bir yeri olmayacak. Yeni hiçbir şey yok. Ancak bir albümden zevk almak için albümün illa yeni bir şeyler içermesine, müzik tarihinde çığır açmasına gerek de yok. Bu açıdan Blue and Lonesome, genelde futbolcular için söylenen bir sözü söyletiyor insana: “Form geçicidir, klas kalıcı.”
Mick Jagger hâlâ klas. Keith Richards hâlâ klas. Charlie Watts hâlâ klas. Ronnie Wood hâlâ klas. The Rolling Stones hâlâ burada, hâlâ çalıyor, blues yapıyor – Emekli Maradona misali; çığır açmayı artık bırakmış olsa da, The Rolling Stones hâlâ keyif veriyor!
* Dick Taylor ve Ian Stewart da o konserde grubun birer parçasıydı, ancak uzun soluklu olmadılar.
** http://www.rollingstone.com/music/features/inside-the-rolling-stones-new-album-blue-lonesome-w450645