Cahit Kukul: “Hardal bir lezzet, biz de müzikte bir lezzetiz!”

1956 yılının sonbaharında Makedonya’dan İstanbul’a gelmekte olan kara trenin içindeki genç yolcu İstanbul’da sahip olacağı gitarı düşünerek gökyüzünü izlerken kendi geleceğini düşünüyordu. Manastır günlerini geride bırakmış, ailesiyle yeni bir hayatın kapısını aralamak üzereydi. Hayalleri vardı. İlgi duyduğu bilimkurgu hikâyelerinden esinlenip sonsuzluğu müzikle keşfetmek istiyordu. Sirkeci’ye geldiğinde üzerinde hala is kokusu vardı. Karşısında duran denize ve martılara baktı burnunun ucundaki is kokusunu dağıtarak. Derin bir nefes aldı. Hiç şüphesiz gözleriyle gördüğü yeni hayatının ilk resmi olacaktı. 

Rami’de başlayan müzikal kariyerinde Siyah Gölgeler, Yeraltı Dörtlüsü, Hardal, Meteor topluluklarıyla müziğin içinde kendine yer edindi. Uzun saçları, yaşamı ve müziği o yıllarda kabul görene değin inandıkları uğruna mücadele etti. Kimi zaman yarım kalan işler, kimi zaman beklenmedik ayrılıklar oldu hayatında. Ama o asla müzikten ve yaşamını müzikle idame ettirmekten vazgeçmedi. Tıpkı izlediği filmlerdeki iyilik adına mücadele eden kahramanlar gibi asla yılmadan mücadelesini sürdürdü.

Cahit Kukul şimdilerde Ataşehir’deki evinde bazı sağlık sorunlarına rağmen mücadele etmekten yılmayıp müzikle sonsuzluğa erişme gayesiyle çalışmalarına devam ediyor. Şimdiye kadar saklı kalmış şarkılarını son bir gayretle kaybetme gayesi içinde. Çünkü yıllar evvel Ömer Hayyam’ın yazdığı satırlarda dediği gibi “Dünya bahçesinin anasıdır yaşamak, Ama durmaz uçar gider yel gibi.”
Siyah Gölgeler, Erkin Koray ve Yeraltı Dörtlüsü, Hardal ve Meteor gruplarından tanıdığımız Cahit Kukul ile uzun bir aradan sonra tekrar bir araya geldik. Hem hasret giderdik hem de Plak Mecmuası’nın yeni sayısı için kapsamlı bir röportaj gerçekleştirdik. Başlangıçtan günümüze müzikal kariyerinin yanında son çalışmalarını da konuştuk. Gerçekleştirdiğimiz röportajımızı keyifle okuyacağınızı umuyorum. 

 

ÇİZİM APTÜLİKA

Daha küçük yaşlarda, memleketiniz Makedonya’dayken müziğe karşı bir ilginiz olduğunu biliyorum. Peki, bu ilgi nasıl başladı? İlk topluluğunuzla nasıl bir araya geldiniz?  

Ben Gostivar doğumluyum. Çocukluğum Manastır’da geçti. Manastır’dayken bir gün, rahmetli babam bir arkadaşıyla eve geldi. Arkadaşı gitar çalıyordu. Gitarını masanın üzerinde bırakmıştı. Küçük bir çocuktum o zamanlar ve gitarı ilk kez orada görmüştüm. Usulca yaklaşıp tellerine dokunarak ses çıkardım. Çok hoşuma gitmişti, o anı hiç unutmam. Sonrasında, İstanbul’a göç ettiğimizde Mustafa (Kurtuluş) abi ile tanıştım. Hem motor kullanıyor hem de gitar çalıyordu. Şimdilerde herkes onu Tantana Mustafa diye bilir. Ercüment Yenidoğan vardı Gostivarlı, Aydın Şencan da Gostivarlı tıpkı benim gibi… Rami’de tanışmıştık. Birlikte Siyah Gölgeler grubunu kurduk. Beatles sonrasında topluluk müziğine ilgi artmıştı. Biz de Siyah Gölgeler’i kurarak müziğin içinde yer edinmek istiyorduk. Mustafa abinin aldığı bir gitarla hepimiz gitar öğrenmiştik. Dönüşümlü olarak kullanıyorduk gitarı, öyle çalışıyorduk. Sonra Cahit Türküt’ün babası Sayit amca emekli olunca bizlere gitarlar aldı. Gitarlarımız tamam olunca grubumuz sahneye çıkmak için hazırdı. Eyüp Lisesi ve İstanbul Kız Lisesi konserlerinde Mustafa abi de bizimle çaldı. Daha sonra askere gitti. Ercüment Yenidoğan o sıralar Eyüp’te ailesinin pastane dükkânında çalışırdı. Onunla birlikte dükkânlarının karşısındaki Melek Sineması’nda sabah filmlerine giderdik. Filmden çıktıktan sonra Rami’ye yürürken şarkılar söylerdik. Arada bir Ercüment, Elvis Presley taklidi yapardı. Utangaç bir arkadaşımızdı ama benim ısrarlarımla grubumuza katılmaya ikna oldu. Grubumuz Aydın Şencan, Ercüment Yenidoğan, Cahit Türküt, Recai Pozan ve bendeniz Cahit Kukul’dan oluşuyordu. Beatles, Animals, Rolling Stones, Shadows şarkılarına repertuarımızda yer vermemizin yanında “Karadut”, “Makaram Sarı Bağlar”, “Halimem”, “Gül Dalında Öten Bülbülün Olsam” gibi aranjelerimiz de vardı. Bu şarkıları kendi yorumumuzla konserlerimizde çalıyorduk.

Topluluğun ismi neden Siyah Gölgeler oldu?

O sıralar Shadows vardı Cliff Richard ile beraber… Daha sonraları Cliff Richard solistleri olmuştu. Filmleri bile vardı, çok meşhurlardı. Onların ismi dikkatimizi çekmişti. İsimlerinin Türkçe karşılığı Gölgeler oluyordu, biz de düşündük ve grubumuzun adı Siyah Gölgeler olsun dedik. Prova yapa yapa kendimizi geliştirdik. Rahmetli Metin Alkanlı’nın provalarına giderdik. Kendisi Altın Mikrofon’a da katılmıştı. Metin ağabeyin evine iki kere gitar dersine gitmiştik zaten, provalarına da gidip akorları hep not ediyorduk. Repertuarında İspanyolca şarkılar vardı. Son dersimizde iki sesli gitar çaldığımızı görünce “Siz bu işi kaptınız artık, yola bensiz devam edebilirsiniz,” dedi. Ondan sonra kendi kendimize provalar yapıp çalışmaya başladık. Bol bol plak dinliyor, dinlediklerimizin aynısını çalmaya çalışıyorduk. İşte bu şekilde başladık. 

Siyah Gölgeler 1966 yılında iki farklı yarışmadan birinci oldu. Ardından da birçok konser verdi…

1966 yılı bizim için oldukça önemli bir seneydi. Son Saat gazetesinin tertiplemiş olduğu, Caddebostan’da düzenlenen Türkiye Amatör Orkestralar Yarışması’nda birinci olduk. Aynı yıl Edirne’de yapılan Trakya Müzik Festivali’nde de birinci olduk. Tabii duyulmaya başlamamızla Şehzadebaşı’nda Kulüp Sineması’ndan istediler bizi. Sinemadan evvel Volkanlar grubu çıkıyordu. Sonra biz de onlara katıldık. Matine suare düzenlerdik. Okuldan kaçan öğrenciler bizi dinlemeye gelirdi. Bir süre sonra Şehzadebaşı Sineması’nda da çıkmaya başladık. Rahmetli şarkıcı Berkant da orada sahne alıyordu. 

O dönem herhangi bir plak şirketiyle bir temas oldu mu? 

Odeon ile oldu. Ki o sıralarda Odeon çok büyük bir firmaydı. Biz başarıp başaramayacağımızı düşünürken Cahit Türküt’ün babası Sayit amca görüşmeyi yapmış. Anlaşma şartlarının çok zor olduğunu düşünerek olmayacağına kanaat getirmiş. Sonuç itibariyle olmadı, keşke olsaydı… Belki de birçok şey bizim açımızdan daha farklı gelişirdi. Daha çok felsefi yönden söyleyeceğimiz şarkılarla büyük beğeni kazanabilirdik. Öyle düşünüyorum. Buna toplum olarak ihtiyacımız da vardı.

Siyah Gölgeler’in Rami’deki 66. Tümen Sineması’nda düzenlenen ilk konserinde tema olarak martı ve denizi kullanmıştınız. Konserden bizlere bahseder misiniz? 

O konser bizim açımızdan çok mühimdi. Orada yaşı bizden büyük gençler vardı. Rami halkı, Rami Kültür Derneği, üstelik 66. Tümen de orada… O zamanlar 66. Tümen Sineması bazı günler halka açıktı. Orada Amerikan filmleri, özellikle de kovboy filmleri, izlerdik. Çocuklara yönelik filmler de olurdu. Bunun yanında konserler de düzenlenirdi. Halk ve asker aileleri haftanın belirli günleri orada iç içeydi. Orada düzenleyeceğimiz ilk konserin repertuarını oluşturduktan sonra görsel olarak da dinleyicileri etkilemek istedik. Büyük bir Amerikan bezine kompozisyonu dalgalı deniz ve martılardan oluşan güzel bir resim çizdik. Sahneye büyük taşlar da taşımıştık. Böylece gösteri öncesi orayı adeta bir sahil kıyısına çevirmiştik. Balıkçı ağları gibi ufak tefek detaylar da vardı. İstanbul Kız Lisesi ve Erkek Lisesi öğrencileri konserimize servis arabalarıyla gelmişti. Çünkü daha önce ilk sahne deneyimlerimizi o okulların öğrencilerinin karşısında vermiştik. O gün önce Asiller, sonra Korsanlar sahneye çıktı; en son da biz Siyah Gölgeler çıktık. Sahneye çıktığımızda tüm ışıklar kapalıydı. Sadece sinema projektöründen sahneye doğru mavi bir ışık geliyordu. Seyirciye sırtımız dönük şekilde taşlara oturduk ve The Shadows’tan “Peace Pipe” çalmaya başladık. Müzik başlar başlamaz çığlıklar yükselmişti. Böyle bir görsel manzara ile karşılaşacağını hiçbir seyirci düşünmemişti. Keşke o konserin kaydı olsaydı… 

O sıralarda, kısa süreliğine de olsa, Ertan Anapa ile birlikte de sahneye çıkmıştınız… 

Askerlik öncesi kendisiyle çalışmıştım. Rahmetle anıyorum. Çok büyük bir sesti. Tom Jones şarkıları söylerdi. Birlikte Ankara’ya, Japon Bahçesi’ne gittik. İzmir’e gittik. Sevinç Pekin de vardı.

Soldan: Erkin Koray, Cahit Kukul, Aydın Buyar Şencan, Sedat Avcı

“Erkin abi İzmir’de bir konser verecekti, bizi de ön grup olarak çağırmıştı. İzmir’e gittiğimizde güzel ve büyük bir sinemada sahneye çıktık.”

Siyah Gölgeler’in iki üyesinin (Cahit Kukul – Aydın Şencan) Erkin Koray ile yolları nasıl kesişti? 

Müzik yarışmalarındaki birinciliklerin ardından Erkin abi bizi duymuş. Biz zaten kendisini biliyorduk. Bir vesile ile tanıştık. Erkin abi İzmir’de bir konser verecekti, bizi de ön grup olarak çağırmıştı. İzmir’e gittiğimizde güzel ve büyük bir sinemada sahneye çıktık. O gün repertuvarımızda Beatles’tan “I Saw Her Standing There”, “Good Golly Miss Molly”, “Boys” gibi şarkılar vardı. Dinleyiciler bizi çok takdir etmişti. Giyimimizle de Beatles gibiydik. O gün programda aynı zamanda Metin Alkanlı’nın “Gül Dalında Öten Bülbülün Olsam” şarkısını çalmıştık. Çok beğenilmişti. O zaman Erkin abinin ekibinde Tuncer Dürüm, Ziya Bakanay ve Sedat Avcı vardı. O konserde iyi bir iletişim kurulmuştu. Sonra Erkin abi önce Aydın’ı, ardından beni Yeraltı Dörtlüsü’ne aldı. 

Muhittin Paydaş ve Ayten Alpman ile Galata Kulesi’nde, sahnede birlikte çekildiğiniz bir fotoğraf var. Birlikte verdiğiniz konserleri anlatır mısınız?

Ekip olarak önce Galata Kulesi’nde çalıştık. Ardından da turneye çıktık. Yakın zamanda vefat eden Yalçın Gülhan da turnemizde bizimleydi. Hatta o dönem Muhittin Paydaş’ın oğlu İskender Paydaş da çoğu zaman bizimle olurdu. “Cahit abi, gel rock çalalım,” derdi provalarda. Enerjisi harika bir çocuktu…

Yeraltı Dörtlüsü sonrası Hardal grubuyla dinleyiciyle buluştunuz. Grubun nasıl kurulduğundan bahseder misiniz? 

Erkin abi yurt dışına gitti. Sedat Avcı, Aydın Şencan ve ben kaldık. Yeni bir grup kurup müziğe devam etme niyetindeydik. Grup kurabilmek için bir kişiye daha ihtiyacımız vardı. Aydın bizi Şükrü Yüksel ile tanıştırdı. Ardından Şükrü’nün de katılımıyla Hardal’ı kurduk. Sıkı bir çalışma programıyla provalara başladık. Her sabah Şükrü gelip bizi alırdı. Ben o sıralarda aynı zamanda akşamları Beyoğlu’nda çalışıyorum. Sabahın ilk saatlerinde eve gelir biraz dinlenir ardından da Şükrü’nün gelip beni almasıyla provalara giderdim. Zor ama güzel günlerdi.

Grubun isminin Hardal olmasına nasıl karar verdiniz?

Bir araya gelip provalara başladığımızda uzun uzadıya grup ismini düşünmeye başladık. Çeşitli fikirler ortaya atıldı fakat kimsenin içine sinen bir isim ortaya çıkmamıştı. Bir gün Şükrü bize “Sizlere yarın bir isim söyleyeceğim ve bu isim sizler tarafından kabul görecek,” dedi. Ertesi gün geldi, Harda ismini söyledi. Gerçekten, hepimiz bir anda bu ismi benimsemiştik. Daha sonra neden grubun ismi Hardal oldu diye soran arkadaşlara “Hardal bir lezzet, biz de müzikte bir lezzetiz!” dedim.

Hardal ile ilk plak çalışmanız Nasıl? Ne Zaman? (1980). Çalışmanızla alakalı konuşalım. 

Çalışmalarımızı Şükrü’nün evinde yaptık. Aydın ve Ercüment, Özkan’la birlikte o sıralarda Galata Kulesi’nde çalışıyorlardı. Özkan, Turgay arkadaşımızı da klavyeci olarak aldık. Bize yardımcı olmuştu, direkt olarak grup üyesi değildi ama klavyeleri o çaldı. Kaydımızı Mecidiyeköy’de, Gelişim’de yaptık. Güzel ve önemli bir çalışmaydı bizler için. 

Plağın kapağı da oldukça güzeldi.

Kesinlikle! Şükrü’nün bir arkadaşı vardı. Onun fikriydi, serigrafi tekniğiyle basılmıştı.

İkinci plak çalışmanıza gelirsek… Nereden Nereye çalışmanızla ilgili neler söylemek istersiniz?

Nereden Nereye çalışırken stüdyo için paramız yetmemişti. Yetmeyince, Şükrü’de Fender Jazz Bass vardı bir tane, onu bıraktı oraya. Eğer o fedakârlığı yapmasaydı belki de çalışma zora girecekti. 

Hardal’ın ilk ve tek konseri Maçka Teknik Üniversitesi’nde gerçekleşti. O konserden bahseder misiniz?

Elbette. O konserde misafirlerimiz arasında Erkin Koray ve Seyyal Taner de vardı. Bizi izlemek için geldiler. Aydın o gün yoktu. İstanbul’da değildi. Gürkan diye bir kardeşimiz vardı onun yerine. Gürkan’ı günlerce çalıştırarak konsere hazırlamıştık. Gençlerle buluştuğumuz güzel anlardan biriydi. Hardal’da en büyük temennim her zaman gençlere ulaşmak ve onlarla buluşmaktı. Bu maalesef sadece bir kere oldu. Keşke bu konserin de bir kaydı elimizde olsaydı.

Hardal neden bir kere konser verdi?

Bu soruyu ben de bazen kendime soruyorum ve anlam da veremiyorum. Şükrü o kadar gözükme taraftarı değildi. Ne konserlerde ne de televizyonda… Onun işi mimarlıktı. Oradan devam etmek istedi. Müziği de hobi olarak yapmış. Maalesef Siyah Gölgeler gibi Hardal da benim için yarım kalan bir hikâye oldu.

Hardal olarak TRT’de İzzet Öz’ün Teleskop programına katılmıştınız.
Evet, programa çıkacağımız belli olduğunda sevinmiştim. O gün için stüdyo kaydı istemişlerdi. “Zor” parçamızı programa özel olarak çalmıştık o gün. Plakta olduğu gibi değildi. Sound daha farklıydı.

Hardal grubuyla yaptığınız çalışmalarla ilgili genel olarak ne düşünüyorsunuz?
Hardal’da benim şarkılarıma çok yer verilmemişti. Stüdyo ve diğer masrafları Şükrü karşıladığı için onun şarkılarına ağırlık verildi. Bu elbette benim için bir sorun olmadı. Benim Hardal döneminde üç şarkım vardı. Bir tanesini de Şükrü okumak istedi, o okudu. Bana ağırlık verilmiş olsa daha da ileri bir sound üzerine çalışmak isterdim. Tabii, gençliğe karışmak, onlarla iç içe olmak da istiyordum. Müziğimizi, çalışmalarımızı daha da duyurmuş olabilirdik.

ÇİZİM APTÜLİKA

Hardal sonrası Meteor grubunu kurdunuz. Meteor üyeleriyle nasıl bir araya geldiniz?
Hardal sonrasında Rami’ye döndüğümde Meteor grubunu kurduk. Orada, Tantana Rock Kafe’de gitar öğrettiğim arkadaşlar vardı. Tantana Rock Kafe’ye o ismi de ben vermiştim. Ruhsattaki ismiyle orası Müzisyenler Kahvesi’ydi. Zamanlar herkes Tantana Rock Kafe’yi benimsedi. Tantana Rock ekolü doğmuştu. Siyah Gölgeler, Hardal, Meteor, Egzotik Band orada kuruldu. Hatta oraya Erkin Koray ve Seyyal Taner de gelirdi. Benim o sıralar bir grup kurma niyetim vardı. Gitar öğrettiğim arkadaşlar bunu öğrendiklerinde birlikte çalışmayı teklif ettiler, ben de kabul ettim. Rami Spor Kulübü bir stüdyo sağladı bize. Provalarımızı da orada yapmaya başlayarak grubun temelini attık. Adem Altındirek, Kenan Misket, Tayla Koray, Rüçhan Baydar ve ben Meteor grubunun üyeleriydik.

Grubun kurulmasının ardından da Roxy Müzik Yarışması’na katıldınız.
Yarışmayı duyunca hazırlıklara başladık. Provalardan herkes çok memnun kalmıştı. Hardal Rock Band olarak sahne aldık, amacım Hardal ismini bu şekilde yaşatmaktı. Ama olmadı, birinci olamadık. Yarışmanın birincisi Teoman olmuştu.

Meteor isminin hikâyesi nedir? 
Benim “Meteorlar” diye bir şarkım vardı. Grubun ismini Meteorlar koymayı düşünüyordum. Cumhur Canbazoğlu bana haber gönderip Meteorlar diye bir grubun olduğunu söyleyip beni haberdar etti. Bunun üzerine ben de grubun ismini Meteor koydum.

Siz Meteor grubuyla çalışmalarınıza devam ederken Hardal üyeleri de o sıralarda yeni albüm çalışmalarının hazırlığındaydı.
Çok doğru. Biz stüdyo çalışması yaparken bir gün yanıma Aydın ve Şükrü geldi. “Hardal olarak üçüncü bir çalışmaya imza atarak yeni bir albüm yapalım,” dediler. Fakat iş işten geçmişti benim için. Arkadaşlara, gruba verdiğim bir söz vardı. Onları yarı yolda bırakmak da doğru olmazdı. Sonra onlar Yeniden Doğuş olarak Hardal’ın son çalışmasına başladılar. Fakat Yeniden Doğuş, Hardal’ın sound’undan çok uzaktı. “Leyla” şarkısı bu değerlendirmeden ayrıdır.  

Meteor’la tek çalışmanız …Ne Kadar Zaman Geçti (1997) oldu.

Evet, Meteor olarak ilk ve tek çalışmamızdı. Orada şarkıları ben söyledim. Klasik bir rock albümüydü bana göre.

14 Ocak 1989 Erkin Koray Moda Sineması konseri. Yeraltı Dörtlüsü sonrası ilk kez tekrardan sahne aldınız. Bu konserden de biraz bahsedelim.

Erkin abi geldiği zaman görüştük, konser yapalım denildi. Ahmet Güvenç de bizimleydi. Konser sonrası bir yemek yedik, Güven Erkin Erkal da bize eşlik etmişti. Hatta Ankara’da da çalmış, sonrasında bir de Muğla’da konser vermiştik. Konserin internette kayıtlarının olduğunu da seninle birlikte öğrenmiş oldum. Bu beni mutlu etti. 

Altesler grubu ile de kısa bir süre çalışmıştınız.

Evet. Bandırma’nın ünlü gruplarından Altesler ile Erdek’teki kamplara gider sahne alırdık. Akbank, Halkbank, MKE, Polis kamplarında çalmıştık. Her akşam farklı bir yerdeydik.

Erkin Koray’ın 50. Yılı için düzenlenen gecede sizi yine bir arada görmüştük.

O gün Ataman da gelmişti. Kimi şarkılarda o kimi şarkılarda ben eşlik ettim. Sonrasında da sahneyi onlara bıraktık. Geçmişe dönük, seyircilerle iç içe, çok güzel bir geceydi. 

Hardal plaklarına gösterilen ilgi malum, fiyatlar da ortada. Bu hususta sizin düşünceniz nedir?

Elbette beğenilmemiz de etkili ama fazla çıkmamış olmamız ilgiyi arttırdı diye düşünüyorum. Biz çıktık plak çalışmaları yaptık, bir okul konseri verdik, ondan sonra da yokuz. Plaklar da zaten az basılmıştı ve bitmiş doğal olarak. Sonrasında korsan kayıtlar yapılmaya başlandı. Tabii bunlar da kötü kayıtlar. Ben de bunun önüne geçmek için Seçmeler’i çıkardım. Doğru dürüst bir kayıt olması için. Seçmeler’in çıkması için anlaşmaya ben ve Şükrü gittik. Şarkılarıysa ben seçmiştim. 

Müzikle hayatınızı idame ettirdiniz. Düğün salonları, pavyonlar, barlar… Müziğe ilk başladığınız dönemden bu yana müzikte neler değişti?

Hayatımı sadece müzikle kazanmaya çalıştım. Hiçbir zaman da gocunmadım. Atatürk bu topraklarda nasıl kılık – kıyafet ve şapka devrimlerini yaptıysa biz de hep birlikte uzun saç devrimi yaptık diyorum. Çünkü uzun saç özgürlüktür! Onu biz vurguladık. İzah ettik, tartıştık, savunduk. Hakaretlere, saldırılara uğradık ama ne yıldık ne de kaçtık… Her yeniliğe toplum tepki gösterir, sonra alışır. Hiç unutmuyorum, Siyah Gölgeler olarak Rami Kültür Derneği’nde provalarımızı yapıyoruz… Prova yaptığımız yere yakın kahvehane vardı, oradan çay söylerdik. Bir gün herkes yemeğe gittiğinde Selahattin isminde bir arkadaşımızla ben nöbetçi olarak orada kalmıştık. Biz içeride otururken bir anda dışarıdan sesler gelmeye başladı. Kalabalık bir grup kapımıza dayanmış, saçlarımızdan ve müzikle ilgilenmemizden dolayı bizlere hakaret ediyordu. Bizimle kavga etmek istiyorlardı; bizse aletlerimizi, gitarlarımızı, kendimizi korumaya çalışıyorduk. İyi ki oradaki esnaf araya girdi de o kalabalığı dağıttı. Sonra onları bulduk, zamanla arkadaş olduk. Konserlerimize gelenler, bizi dinleyince ağlayanlar oldu. Bizim iyi niyetli, özgürlüğü savunan insanlar olduğumuzu anladılar. Hatta onlardan da saç uzatanlar oldu. Yavaş yavaş herkes saçını uzatmaya başladı. Çoğalmaya başladık. Müziğe başladığım yıllardan bu yana biz uzun saçlı çocuklar müzikte var olduk ve olmaya da devam edeceğiz. 

Uzun bir süredir kişisel çalışmanız Marduk Geliyor’un üzerinde çalışıyorsunuz. Meteor ve Marduk üzerinden bakarsak sizin bilimkurguya olan ilginiz de ortaya çıkıyor. 

Müzisyen olmasam bilim insanı olurdum. Bilimkurguya ve uzaya çocukluğumdan beri hep bir ilgim oldu. Ortaokul yıllarımda fizik kitabımda projeksiyon şeması görmüştüm. İlgimi çektiği için gidip aynısını yapmaya çalıştım. Uzun uğraşlar sonucu bunu tek başıma başarmıştım. Perdeye yansıtma yaptığımda da şahane görüntü yakalıyordum. Sinemalardan artan filmler o dönemlerde benim çok işime yarıyordu. Bir de Siyah Gölgeler döneminde Rami Kültür Derneği’nin bize tahsis ettiği prova salonu eski bir kütüphaneydi. Müzik provalarının yanında orada bol bol kitap da okuyorduk. Louis de Broglie’nin “Madde ve Işık” kitabını o dönem ilgiyle okumuştum. 

Marduk Geliyor üzerine konuşalım. Çalışma ne zaman dinleyicilerle buluşacak?

Yakın bir zamanda buluşmalı, artık çıkması lazım. Başka şarkılarım da var. Marduk Geliyor çalışmasında Burak Eren ve Alper Gadiş arkadaşlarım müzik anlayışları; bilgi, icra ve kayıt tecrübeleriyle maddi ve manevi olarak yanımdalar. Duygu ve düşüncelerimizi elimizden geldiğince en güzel şekilde sunmaya çalışacağız. 

Edgar Allen Poe’nun “Annabel Lee” şiirini bestelediniz. Bu şiir sizin için ne ifade ediyor?

Ortaokul zamanımda beni çok etkileyen bir şiirdi. “Annabel Lee” saf, temiz ve ölümsüz aşkı anlatan bir şiirdir. Gençlik yıllarımda bir kız arkadaşım oldu. Birbirimizi çok seviyorduk. Fakat günün birinde ailece Avusturalya-Melbourne’e gideceklerini duyduğumda bu beni çok üzdü. İsteseydim belki benimle kalabilirdi ama onu ailesinden ayırmak istemedim. Daha medeni bir ülkede yaşamasını istedim onu sevdiğim için. Daha iyi şartlarda yaşaması için vazgeçtim ondan. Gidecekleri gün de görüştük, çok ağladı. Ben de ağladım. Zor bir durumdu bizim için. Yıllar sonra İstanbul’a geldiğinde görüştük. bu şiiri bir kağıda yazıp ona yazıp verdim. Telefonla da görüştük. Sevgimiz bir müddet öyle devam etti. Fakat böyle olması ikimizi de yoruyor ve üzüyordu. O sebeple telefonla dahi olsa görüşmemeye karar verdik. “Annabel Lee” tekli çalışmam çıktığı zaman Melbourne’deki müzik mağazalarında görüp tesadüfen de olsa dinlemesini çok isterim.

Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersiniz?

Hayatınızda her daim müzik olsun. Müziksiz hayat düşünülemez. Acıyı da sevinci de orada buluyoruz. Teselli de buna dâhil. Sizin aracılığınızla da tüm dostlarımıza sevgilerimi ve selamlarımı iletiyorum.