Gastarbeiter’lerin sesi: Cem Karaca – Die Kanaken
Yaşayan tarihe önemli katkı sunan Die Kanaken, müzik tarihimiz açısından da oldukça önemli bir eser. Cem Karaca’nın Almanya günlüğü sayılabilecek bu çalışmayla Karaca, Almanya’daki işçilerin hayatına müzikle dokunurken, oradaki duygularını da bir şekilde dışa vurdu.
Memleket tarihine baktığımızda, Almanya’yla hep içli dışlı olduğumuzu görüyoruz. Yüzyılı aşan bu ilişkinin bu yazıyı ilgilendiren yönüyse aşağı yukarı 59 yıl önce başlayan ve günümüzde etkileri hâlâ devam eden göç meselesi. Göç meselesinin kültürel, sosyolojik, politik pek çok yönü var. Tabii bu yazı göçün kültürel boyutlarını ele alan bir çalışma olacağından işin politik boyutuna pek girmeyeceğim.
Almanya, kendi başlattığı 2. Dünya Savaşı’nı kaybedeli 75 yıl oluyor. Adolf Hitler intihar ederken ardında harap olmuş bir ülke, bitap bir halk bırakmış; üstelik Almanya ikiye bölünmüştü. Ancak bu ağır yenilginin ardından Almanlar hızla yeniden toparlanma sürecine girdi ve sanayide dünya çapında bir üne kavuştu. Bu çabuk kalkınmaya, diğer ülkelerden “gastarbeiter” (misafir işçi) olarak davet ettikleri işçilerin de önemli katkısı oldu. 1950’lerin ortasından itibaren İtalya, Yunanistan, Portekiz gibi ülkelerden işçi kabul etmeye başlayan Almanya, 1961’de Türkiye’yle bir iş birliğine imza atarak ilk Türk işçi kafilesini ülkesine davet etti. Almanya’ya giden ilk Türk işçi kafilesinin üyeleri bir yandan binbir zorluk içinde çalışarak Türkiye’deki ailelerine bakarken bir yandan da Almanya’ya uyum sağlamaya çalışıyordu. Hatırı sayılır bir birikim yapıp Türkiye’ye geri dönmeyi planlayan misafir işçilerdi onlar; bugünse beş nesildir Almanya’da yaşayan aileler. Bütün bu süreçte filmlere, dizilere, romanlara ve şiirlere konu olan bu gurbet meselesi müzik tarihimizde başka başka bağlamlarda epey ele alındı: Âşıkların türkülerinde, toplumcu şarkıcıların isyanında, rock’çıların şarkılarında ve 90’lardan beri rapçilerin dizelerinde…
Yazımda Almanya’ya dair şarkılardan ve türkülerden uzun uzun bahsetmek isterdim. Ancak bunu başka bir yazıya bırakarak asıl konumuza geçmek istiyorum yavaş yavaş.
Cem Karaca’yı anlatmak benim için hep çok keyifli ama bir o kadar da dokunaklı olmuştur. Hayatı boyunca doğru bildiğini söylemekten çekinmeyen, rock’n’roll ile başladığı müzik yolculuğunda beat kuşağına denk gelip askerde uzaklardan duyduğu bağlama sesiyle kendi topraklarına dönerek yaptığı progresif çalışmalarla müziğimize yeni bir yön veren Cem Karaca için ne söylesem mutlaka eksik kalır. Yine de Karaca’yı Die Kanaken’e taşıyan süreci kısaca anlatarak konuya gireyim.
Cem Karaca, vakit kaybetmeden bu sefer Edirdahan’ı kurdu ve grupla ilk ve son 45’liği “Safinaz”’ı (1978) yayınladı. Bu 45’likte “Safinaz” dışında “Karam” ve “Şeyh Bedrettin Destanı” parçaları da yer alıyordu. Plağın iç kapağındaki fotoğrafta ise Cem Karaca ve arkadaşları “Kahrolsun Yoz Müzik” yazılı bir duvarın önünde poz veriyordu.
Cem Karaca, 1974’te Moğollar’la olan iş birliğini bitirip Dervişan’ı kurduktan sonra Türk rock’n’roll’unda kendisiyle özdeşleşecek protest tarza ilk adımı atmıştı. Dervişan’la 1975’te dillere pelesenk olan “Tamirci Çırağı”nı çıkaran Karaca, siyasi görüşünü de kitlelere ilk defa tam olarak yansıtmıştı. Cem Karaca’nın Taner Öngür, Sefa Ulaştır, Uğur Dikmen gibi isimlerin yer aldığı Dervişan’la yaptığı en önemli çalışmalardan biriyse Yoksulluk Kader Olamaz (1977) albümüydü. Daha adıyla baş kaldıran, son derece politik bir albümdü bu; aynı zamanda Türk progresif rock müziğinin en dikkat çekici örneklerindendi. Dönemin şartlarını sert bir dille anlattığı şarkılar yapmaktan vazgeçmeyen Cem Karaca, haliyle siyasi kesimlerin de dikkatini çekmeye başlamıştı. Ülkedeki gerilim gitgide artarken, 4 yıl içinde birçok hit parça çıkaran Dervişan dağıldığında tarihler 1978 yılını gösteriyordu.
Cem Karaca, vakit kaybetmeden bu sefer Edirdahan’ı kurdu ve grupla ilk ve son 45’liği “Safinaz”’ı (1978) yayınladı. Bu 45’likte “Safinaz” dışında “Karam” ve “Şeyh Bedrettin Destanı” parçaları da yer alıyordu. Plağın iç kapağındaki fotoğrafta ise Cem Karaca ve arkadaşları “Kahrolsun Yoz Müzik” yazılı bir duvarın önünde poz veriyordu. Türkiye’nin ilk rock operası olma özelliğini taşıyan “Safinaz”ın ardından Cem Karaca ve Edirdahan, 1979’da Londra’daki Rainbow Arena’da konser vererek kariyerleri açısından önemli bir başarıya da imza attı. Ancak 1980 yılı, hem Türkiye’nin hem de Cem Karaca’nın kaderini keskin bir şekilde değiştirecekti.
Cem Karaca, 1983’te ne yazık ki vatandaşlıktan çıkarıldı. Ancak bu onu en iyi bildiği işi yapmaktan alıkoymadı.
1980 başlarında Avrupa turnesine çıkan Cem Karaca, Mart ayında Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından yargılanmaya başlayınca Türkiye’ye dönmek yerine Almanya’ya gitmeye karar verdi. Türkiye’nin tarihini bir gecede değiştiren 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nden ardından 1981’de kendisine yapılan “Yurda dön” çağrısını kabul etmeyerek mahkemeden ek süre istedi. Verilen ek süre içerisinde de ülkeye dönmeyen Karaca, 1983’te ne yazık ki vatandaşlıktan çıkarıldı. Ancak bu onu en iyi bildiği işi yapmaktan alıkoymadı. Almanya’da müzik yapmayı sürdüren Cem Karaca, yine Almanya’da yayınlanan ve kadrosunda annesi Toto Karaca’nın da bulunduğu “Unsere Nachbarn die Baltas” yani “Komşumuz Balta Ailesi” adlı mini dizi için müzikler yaptı. Daha sonra Türkiye’de de beraber çalıştığı müzisyen arkadaşı Fehiman Uğurdemir’in de bulunduğu toplulukla Die Kanaken (1984) albümünü yapmaya karar verdi. Cem Karaca, bu toplumsal gerçekçi çalışmayla Almanya’daki misafir işçilerin sorunlarını anlatıyordu.
Die Kanaken’in önemli özelliklerinden biri son şarkı hariç tamamının Almanca olması. Bu açıdan Barış Manço’nun 1976 yılında Belçika’da çıkardığı ve yabancı dilde şarkılardan oluşan Baris Mancho albümüne benzettiğim çalışma, Cem Karaca diskografisinde en sevdiğim albümlerden. Progresif rock türüne dahil edebileceğimiz Die Kanaken’de Cem Karaca’ya eşlik eden müzisyenlerse şöyle: Fehiman Uğurdemir (gitar), Cengiz Öztunç (bas gitar), Sefa Pekelli ve Betin Güneş (klavye – Betin Güneş aynı zamanda trombon da çalmış), İsmail Tarlan (davul). Ayrıca Clemente Alfredo “Beim Kaffee” şarkısında keman, Dick Städtler ise “Es Kamen Menschen An” şarkısında synthesizer çalmış.
Albümü şarkı şarkı incelemeye geçmeden, birkaç da not düşeyim: Köln’deki Studio am Dom’da kaydedilen ve Pläne etiketiyle piyasaya çıkan Die Kanaken’deki bazı şarkılar Alman yazar Harry Bösecke’in 1984’de Martin Burkert ile birlikte yazdığı Ab in den Orient Express (Doğu Ekspresi’yle Defolun) adlı tiyatro oyununda kullanılmış. Zaten şarkı sözleri de, “Çok Yorgunum” hariç, Bösecke ve Burkert’e ait. Müziklerin altında Cem Karaca’nın imzası var. Kapaktaki yağlı boya eserin ressamı ise Hanefi Yeter.
Şimdi daha vakit kaybetmeden Die Kanaken albümüne, Türkiye’den yaklaşık 3 bin km uzakta tınlayan tanıdık bir sese kulak vermeye başlıyorum… Albüme adını veren “Die Kanaken” kelimesi Almanya’da yabancıları tanımlamak için kullanılan argo bir tabir. Bu provokatif isim tercihinin altında albümün Almanya’daki gastarbeiter’lerin yaşadığı sorunlardan bahsetmesi yatıyor olsa gerek.
Die Kanaken’in A yüzü, aksak bir ritim ve Cem Karaca’yla özdeşleşen melodilerle başlıyor. Fehiman Uğurdemir’in gitarıyla açılan “Mein Deutscher Freund”, “Sana ihtiyacımız var Türk insanı” diye Almanya’ya davet edildiği halde bir zaman sonra “Türkler dışarı!” nidalarıyla karşılaşan Türk işçilerin ve ailelerinin gözünden neler yaşandığını anlatıyor. Şarkının sözleri Beate Fischer’a, müziği Cem Karaca’ya ait. İkinci şarkımız, Cem Karaca’nın 1987’de çıkardığı Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar albümünde “Yarım Porsiyon Aydınlık” olarak Türkçe’ye çevirdiği “Beim Kaffee”. Babası yıllar önce Polonya’dan Almanya’ya göçmüş ve bir göçmen olarak pek çok zorlukla karşılaşmış bir nineyle göçmen bir Türk’ün hayatlarındaki paralelliği anlatan şarkı, yerini “Total Geschlaucht”a bırakıyor. Almanya’ya yeni gelen ve yılmadan iş arayan gastarbeiter’ın hikayesini anlatan “Total Geschlaucht”, piyano ve elektro gitarlı açılışıyla ilk saniyesinden itibaren insanı içine çekiyor. Almanların, ülkelerine yeni gelen işçilerden beklentilerini duyduğumuz “Wilkommen” ise A yüzünü bitirmeye yaklaştığımızda kulağımıza gerçekleri fısıldıyor. “Gel de Alman birası iç!” diye davet edilen Türk işçinin ‘entegrasyon’ gerçeğiyle karşılaşmasını anlatan eseri, şahsen benim albümdeki en sevdiğim şarkı takip ediyor: “Es Kamen Menschen An”, Karaca’nın yine Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar’da “Almancılar” adıyla Türkçe’ye çevirdiği şarkının orijinali. Enerjik bir ritimle başlayan çalışma, bütün kötü işlerin gastarbeiter’lara verildiğini anlatırken, sonundaki bağlama solosuyla adeta bir ağıta dönüşüyor.
İlk bölümün yükünü derin bir nefesle üzerimizden attıktan sonra albümün B yüzüne geçiyoruz. Albümdeki belki en ‘funky’ şarkı olan “Schnüffler”, göçmen sorunundan bağımsız olarak, her taraftan izlendiğimizi vurgulayan, bilgisayarların her yerde olduğunu anlatan ve bunu elektronik yapısıyla da destekleyen bir parça. Ardından gelen “Orient-Express” şarkısındaysa Karaca, sakin bir piyano yürüyüşüyle, Almanya’daki konuk işçilerin Doğu Ekspresi’yle yurtlarına geri gönderilmesini hikayeleştiriyor. İçerisinde geçen Türkçe sözlerle albümde ayrı bir yeri de var bu şarkının. “Orient-Express”i temiz bir elektro gitar melodisiyle başlayan “Was Sagst Du?” izliyor. Sözleri Theo König‘e ait olan şarkı Almanların Türk göçmenlere dönük bakış açılarını gösteriyor. Artık B yüzünün de sonuna yaklaşırken, “Ayşe, Meral, Semra”yı duyuyoruz. Diğer şarkıların konusuyla benzeşmekle birlikte esas olarak Cem Karaca’nın gurbette duyduğu hasreti anlatıyor. Bu parçadan sonraysa albümün kapanış şarkısına geliyoruz. Cem Karaca, bizi Nazım Hikmet’le uğurluyor. Ünlü şairin sürgünde yazdığı “Mavi Liman” şiirini “Çok Yorgunum” adıyla seslendiren Karaca, bugün en bilinen eserlerinden olan bu şarkıyı da Merhaba Gençler ve Her Zaman Genç Kalanlar albümünde bir kez seslendirmişti. Doğrusu ben bu ikinci versiyonu, ilkine nazaran biraz daha seviyorum.
Yaşayan tarihe önemli katkı sunan Die Kanaken, müzik tarihimiz açısından da oldukça önemli bir eser. Cem Karaca’nın Almanya günlüğü sayılabilecek bu çalışmayla Karaca, Almanya’daki işçilerin hayatına müzikle dokunurken, oradaki duygularını da bir şekilde dışa vurdu. Türkiye’ye döneceği 1987’ye kadar yurt dışında konserler verdi ve 1990’da çıkardığı “Oh Be” şarkısında söylediğine göre Yunan adalarından Bodrum’a bakıp gözyaşı döktü. Her ne kadar kuş olup uçası geldiyse de beklemekten başka çaresi yoktu. Beklediğine değdi, bazıları dönüşünü tartışmalı da bulsa ülkesine ve kalbimizde taht kuracak yeni çalışmalara imza attı.
Bugün bunları anlatırken ben keyif aldım, umarım siz de okurken ve yazıma Die Kanaken ile eşlik ederken keyif alırsınız. Bir sonraki yazıya kadar görüşmek üzere!