Unutulmaz oyun müzikleri | Onur Bayrakçeken

Bu listede, bazı unutulmaz oyun müziklerini bulacaksınız. Umarım keyifli okur, aralarından oynamadıklarınıza da bir şans verirsiniz

Bilgisayar ve konsol oyunları oynamayı oldum olası çok sevdim. Çok küçük yaşlarımda evimizde bir Atari (Atari miydi markası emin değilim) vardı. Galiba beş yaşındayken bilgisayarımız oldu ve disketlere yüklü bazı oyunlar oynamaya başladım. Super Mario bunlardan biriydi örneğin. 1001 Games diye bir derleme CD de geçmişti elime; sayısız platform oyunu vardı içinde. Aynı yıl babamın FIFA: Road to Worl Cup ’98 oyununu anladığını hatırlıyorum. Sadece San Marino’ya karşı kazanabiliyordum ama yine de çok zevk alıyordum! Zaten ondan sonra FIFA serisinden hiç kopamadım.

İlerleyen yıllarda daha başka oyunlarla tanıştım: Grand Theft Auto serisi, Ultima Online, Final Fantasy serisi, birtakım strateji oyunları, The Sims serisi ve pek tabii Championship Manager / Football Manager serisi! Bugün hâlâ fırsat bulduğum her an oyun oynarım. Başka dünyalara gitmenin daha iyi pek az yolu var çünkü.

Oyun tutkum, bir zaman sonra müzik tutkumla birleşti. Oynadığım oyunların müziklerine daha bir dikkat kesilmeye başladım. Zaten bazısı da daha baştan müzikleriyle beni yakaladı. Bir de kimi oyunlar vardı, yaşım yetmediğinden oynamamıştım ama müziklerini dinleyip çok sevdim. Nihayetinde, bir noktada, oyun müzikleri dinlemek benim için başlı başına bir zevk oldu.

Bu listede, bazı unutulmaz oyun müziklerini bulacaksınız. Çok objektif bir liste olduğunu sanmıyorum ama hiçbirine de itirazınız olmaz herhalde. Umarım keyifli okur, aralarından oynamadıklarınıza da bir şans verirsiniz.

Ultima Online

Ortaokul ve lise yıllarım boyunca, Felucca’nın bir ucundan diğer ucuna az at sürmedim! Son demleriydi Ultima Online’ın. İlk versiyonu ben henüz üç yaşındayken, 1997’de çıkmış ve MMORPG dünyasında çığır açmıştı. On yıldan fazla, dünyanın her yerinden oyuncuları maceradan maceraya sürükledi Ultima Online ve şanslıydım, ben de bir şekilde atılmıştım maceraya. Bugün hâlâ oynanıyor, ne yazık ki o eski güzel sunuculardan eser kalmadı. Ben de elimi eteğimi çektim. Yine de, bazen o büyülü tema müziğini açar ve yıllar öncesine giderim: Britain surlarını savunmak için yaptığımız planlar, aldığım ilk ev, Vesper’dan Cove’a birkaç parça eşyasını aşırmadığı kimse kalmayan karakterim Arsene Lupin, define peşinde açıldığımız denizler… Bazen gözlerim bile dolar. Herhalde yıllar sonra gözlerimi dolduran o parça, “Stones”, bu listede ilk sırayı almalı.

Beste, David R. Watson’a (ya da oyundaki adıyla Iolo Fitzowen’a) aitti ve ilk defa Ultima V (1988)’te duyulmuştu. Ultima Online’ın ilk versiyonunda bütün müzikler gibi “Stones” da MIDI formatındaydı ancak 2002 tarihli Lord Blackthorn’s Revenge eklentisiyle müzikler de güncellendi. Bugün oyunun hayranı müzisyenler, özellikle “Stones” parçasının muhtelif yorumlarını yapıyorlar. Bu yorumlar arasında parçanın sözlü versiyonları da var. Şarkının oyunlarda duyulmayan sözlerini ise Bay Watson’ın eşi şair Kathleen Jones’a ait olduğunu belirtelim bu arada. Jones da oyunun hayranları tarafından Gwenno adıyla bilinir.

Silent Hill serisi

9 yaşındaydım bu seriyle tanıştığımda. Üçüncü oyun henüz çıkmıştı ve daha önce Resident Evil serisinden birkaç oyunu çok da korkmadan oynamama güvenerek hemen kiralamıştım (oyun kiralıyorduk o vakitler, biraz oynayıp geri götürüyorduk). Ancak arkadaşımla bir tatil gecesi başına oturup oynamaya başladığımızda, karşımızdakinin Resident Evil ya da diğer hayatta kalma temalı korku oyunlarından çok daha farklı olduğunu görmüştük. Daha az aksiyon, daha çok bulmaca ve fena halde ağır bir atmosfer vardı. Terk edilmiş, canavarlarla dolu bir şehirde, Heather adında genç bir kızı yönetiyorduk. O gece, iki ilkokul öğrencisi, oyunu kaç defa durdurmak zorunda kaldık hatırlamıyorum. Odadan çıkıyor, mutfağın ışıklarını yakıp pencereden dışarı bakıyorduk. Sokakta yürüyen birkaç insan gördüğümüzde rahatlıyor, tekrar oyuna dönüyorduk. İşte, insanı öylesine geren bir oyundu Silent Hill 3.

Sonraları serinin diğer oyunlarını da oynadım. Gördüm ki, asıl define birinci ve ikinci oyunlarmış. Oyunun neredeyse yarısına kadar karşımıza çıkmayan canavarlar, bu iki oyunda her şeyi çok daha gergin kıldığı gibi, ona eşlik eden ses efektleri ve müzikler de Silent Hill 1 ve 2’yi müzikleriyle de unutulmaz oyunlar arasına sokuyor.

Bu iki oyunun da müziklerinin ardında aynı ismin imzası var: Akira Yamaoka. Melodilerle gürültüleri ve ses efeklerini bir araya getirerek Silent Hill‘in o ürkütücü atmosferini kurmada oyunun yapımcılarına yardımcı olan Yamaoka, serinin diğer oyunlarının müziklerini de besteleyen isim. Bugün Silent Hill efsanesinden bahsediyorsak, epeyce az aksiyona karşın besteleriyle oyuncuları o ürkütücü atmosferin içine hapsetmeyi başaran Akira Yamaoka’nın bunda payı büyüktür. Nitekim Silent Hill‘in müziklerinin hakkı oyun çıktığı zaman da verilmiş, bu müzikler albüm olarak yayınlanmıştır. 2012’de ise Silent Hill‘in orijinal müzikleri Mondo etiketiyle plak formatında müzikseverlerle buluştu.

Red Dead Redemption


Kovboyculuk oynamayı oldum olası sevmişimdir. Beş altı yaşlarındayken kanepenin kolunu at yapar, kendimce Lucky Luke olurdum. Sonra 2001’de Desperados oyunu çıktı. İngilizcem olmadığı için pek bir şey anlamıyordum ama yedi – sekiz yaşlarındayken epeyce oynadım o oyunu. Ardından Call of Juarez (2005), Desperados 2: Cooper’s Revenge (2006) oyunları geldi. Ancak hiçbiri beni 2010’da yayınlanan Red Dead Redemption kadar heyecanlandırmadı.

Grand Theft Auto serisinin yapımcısı Rockstar Games’in oyunuydu Red Dead Redemption. “GTA’nın Vahşi Batı versiyonu,” diye yazıyordu oyun dergileri. Bu bile çıktığı gibi alıp oynamak için yeter sebepti! Nitekim, Red Dead Redemption çıktığı gibi övgüye boğuldu. Nefis bir açık dünya oyunuydu. Oyunun en can alıcı noktalarından biri ise müzikleriydi. Çoğu Bill Elm & Woody Jackson imzası taşıyan müzikler, bizleri muhteşem tasarlanmış bir Vahşi Batı dünyasına hepten sokuyordu. Hele bir “El Club De Los Cuerpos” şarkısı vardı ki… Belki Red Dead Redemption daha zayıf müziklerle de büyük başarı elde ederdi ancak ‘büyük’ oyun serileri arasına adını yazdırabilir miydi? Büyük bir oyun, dört dörtlük olmalı.

Red Dead Redemption‘ın ikinci oyunu da geçen yıl nihayet çıktı ve oyun dünyasını sarstı. İlk oyunun da ötesinde, muazzam bir iş çıkarmıştı Rockstar Games. Hikaye nefisti, uzun oynama saatleri vaat ediyordu ve çok gerçekçiydi. Her unsuruyla insanı bir süre gerçek dünyadan koparan atmosferinin müziklerindeyse çoğunlukla yine Bill Elm & Woody Jackson imzası vardı. Kuşkusuz, iki oyunuyla da Red Dead Redemption bu listede olmayı hak ediyor.

Super Mario serisi


Super Mario adını görünce hepinizin gülümsediğine eminim. Prenses’i kurtarmak için az mı uğraştık sevgili su tesisatçısı Mario’yla birlikte! Bu 2D platform klasiği, yola 1985’te çıkmış ve çıktığı gibi bir Nintendo efsanesi olmuştu. İlk oyunu daha onlarcası izledi, hepsi de çok sevildi. Ne zaman doğmuş olursanız olun, muhtemelen bir kez olsun siz de Super Mario macerasına atılmışsınızdır.

Super Mario oyunlarını insanlara bu kadar sevdiren unsurların başında ise kuşkusuz unutulmaz tema müziği geliyordu. Bu artık herkesin zihnine kazınmış bestenin ardındaki isim ise Koji Kondo’ydu. Koji Kondo, The Legend of Zelda oyununun da unutulmaz müziklerini besteleyen isimdi aynı zamanda.

The Legend of Zelda: Ocarina of Time


The Legend of Zelda: Ocarina of Time, 1998’de yayınlandığı zaman, oyun dünyasında büyük bir heyecan dalgasına yol açmıştı. Çünkü adı gibi efsane olan bu oyun serisi, 1986’da başladığı yolculuğunda ilk defa 3D grafik âlemine giriyordu. Müziklerini ise her zamanki gibi Koji Kondo bestelemişti ancak bu Kondo’nun tek başına çalışacağı son The Legend of Zelda oyunu olacaktı.

Oyun, serinin en iyilerinden biriydi. Müzikleri ise birçoklarına göre serinin tartışmasız şekilde en iyisiydi. Özellikle tema müziği ve “Zelda’s Lullaby”, birçok The Legend of Zelda: Ocarina of Time hayranının bugün bile gözlerini yaşartıyor. Ancak The Legend of Zelda: Ocarina of Time‘da müziğin çok başka bir yeri vardı ki o da şuydu: Oyunda, bazı müzikleri oyuncunun çalması gerekiyordu! Yani müzik, hikayenin bir parçasıydı. Bu şaşırtıcı değil aslında, zira ‘ocarina’ (Türkçe’de ‘okarin’) bir flüt çeşidi. Oyunun bazı bölümlerini geçmek için, Nintendo 64’ün tuşlarından yararlanarak okarinde bazı parçalar çalıyordunuz. Sırf bu bile The Legend of Zelda: Ocarina of Time‘ı bu listeye almaya yeter herhalde.

Final Fantasy serisi


Final Fantasy serisi 1987’de hikayesine başlarken kimse nasıl bir efsaneye dönüşeceğini hayal edebilir miydi acaba? Çıktığı günden bugüne orijinal serisi ve yan oyunlarıyla ‘role-playing’ meraklılarını onlarca maceraya sürükleyen Final Fantasy, öyle başarılı oldu ki sinema dünyasına da taşındı. Bilimkurguyla fantazyayı harmanlayan Final Fantasy serisi tartışmasız bir şekilde gelmiş geçmiş en iyi RPG’lerden biri.

Final Fantasy‘nin başarısından bahsediyorsak onun müziklerinden de bahsetmemek olmaz. Çoğu oyunun müziğini Nobuo Ueamatsu yapmıştı, ona “Oyun dünyasının Beethoven’ı” diyorlardı. Nitekim, onun bestelediği müzikler birçok Final Fantasy konserinde büyük orkestralar tarafından icra edildi. Bu konserlerin bazılarında Ueamatsu, Grammy ödüllü şef Arnie Roth ile çalıştı. Ueamatsu’nun Final Fantasy için bestelediği müzikler defalarca albüm olarak da yayınlandı.

Ueamatsu, Final Fantasy serisinde opera unsurlarından epeyce faydalanıyordu. Oyunlar genelde bir “Prelüt” ile açılıp “Prolog” ile kapanıyordu. Birçok karakterin leitmotifler’i vardı.

Ueamatsu’nun Final Fantasy’e katkısı, oyunun yapımcısı Square Enix ile 2004’te yollarını ayırana dek düzenli şekilde sürdü. Bu öyle bir katkıydı ki, Final Fantasy‘nin kendine has bir atmosferi varsa bunda aslan payı Uematsu’ya aitti. Doğrusu, buraya serideki hangi oyunun müziklerini alacağımı şaşırdım. Bu yüzden bütün seriden bir parça seçmeye karar verdim: En ünlüsü, en heyecan verici olanı… 1999 tarihli Final Fantasy VIII‘in iki ana temasından biri olan o parçanın adı “Liberi Fatali”. Latince bir koro parçası. Sözlerinin altında Taro Yamashita ve Kazushige Nojima imzası var. Final Fantasy VIII Original Soundtrack albümünün de açılış parçası olan “Liberi Fatali” sadece Final Fantasy evreninin değil tüm oyun tarihinin gördüğü en kudretli müziklerden.

The Elder Scrolls V: Skyrim

Bir adaya bırakılacaksam ve yanıma beş bilgisayar oyunu alma hakkım varsa, bu haklarımdan birini sanırım The Elder Scrolls ana serisinin 2011’de yayınlanan beşinci oyunu Skyrim‘den yana kullanırdım. En sevdiğim beş oyundan biri olduğundan değil ama Skyrim kadar uzun oynama süreleri vaat eden pek az oyun vardır!

Her şeyden önce bu oynama süresini sağlayan zengin hikayesiyle oyuncuların sevgilisi oldu Skyrim. Çıkışının üzerinden dokuz yıl geçmiş olmasına rağmen bugün hâlâ oynanıyorsa bunu zengin hikayesine ve geniş açık dünyasına borçlu. Biraz da müziklerine! Zira Skyrim’in Jeremy Soule imzalı müzikleri 2010’lu yılların en iyi oyun müzikleri arasında sayılabilir.

Jeremy Soule, The Elder Scrolls evrenine yabancı bir isim değil. Skyrim‘den önce serinin Morrowind ve Oblivion oyunlarında da yapımcı Bethesda ile birlikte çalışmıştı. Ancak Skyrim‘de ortaya çıkardığı iş bilhassa özeldi. Bethesda, oyuna has bir ‘Dragon’ dili geliştirmiş ve Jeremy Soule’dan bu dili tema müziğinde kullanmasını istemişti. Bu öyle bir parça olmalıydı ki, dinleyenler bir grup barbar tarafından seslendirildiğini düşünmeliydi. Jeremy Soule, 30 kişiden oluşan bir koroyla ve kullandığı kimi ses efektleriyle bunu dört dörtlük başardı. Nihayetinde ortaya ürkütücü ama bir o kadar büyülü, epik bir şarkı çıktı: “Dragonborn”. Albümün kalanı da “Dragonborn” parçasından daha az etkileyici değildi. Sonuç olarak, Jeremy Soule imzalı Skyrim müzikleri de listemize girmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Castlevania: Symphony of the Night

Bugün birçoklarının Netflix’te yayınlanan dizisiyle bildiği Castlevania, aslında yola 1986’da çıkmış bir oyun serisiydi. Üstelik, bir klasik! Konami tarafından üretilen bu vampir temalı korku – macera serisinin en dikkat çekici oyunlarından biri ise 1997 tarihli Castlevania: Symphony of the Night oyunuydu.

Aslında Castlevania: Symphony of the Night ilk çıktığında çok da yüksek satış rakamlarına seyretmiyordu. Ancak kısa süre sonra, olumlu eleştiri yazılarının da etkisiyle, dünya çapında çok satan bir oyun haline geldi. O gün bugündür de kült oyunlar arasında adı muhakkak geçer.

Oyunun müzikleri de en az kendisi kadar etkileyiciydi. Bestecisi, 1994 tarihli Castlevania oyunu Bloodlines‘ın da müziklerini besteleyen Michiru Yamane’ydi. Ancak Bayan Yamane’nin  Symphony of the Night müziklerinde çıkardığı iş Bloodlines‘ın fersah fersah önündeydi. Bu oyun için Yamane, birçok müzik tarzını bir araya getirmişti: Gotik rock, tekno, klasik müzik, dark-jazz… Nihayetinde ortaya vampir temalı bir oyun için duymak isteyebileceğiniz en iyi müzikler çıkmıştı!

Donkey Kong Country 2: Diddy’s Kong Quest

Mevzubahis platform oyunları oldu mu Donkey Kong serisinin üzerine çıkabilen olmuş mudur, bilmem. Ancak şunu tartışmam: 1994’ten itibaren İngiliz Rare firması tarafından geliştirilen ve Donkey Kong’un torununu merkeze alan Donkey Kong Country serisinin ikinci oyunu, bütün Donkey Kong evreni içinde müzikleriyle bir numaraya oturur.

Donkey Kong evreninin en sevilen oyunlarından Donkey Kong Country 2: Diddy’s Kong Quest, 1995’te yayınlandığı vakit Game Boy meraklısı gençlerin müziklerini ezberlemesi herhalde en çok bir günlerini almıştır. Oyunu oynadığı ilk günün gecesinde, rüyasında Donkey Kong’un torunuyla bu müzikleri dinleyenlerin olduğu bile rivayet edilir! Bunun için hepimiz besteci David Wise’a teşekkür borçluyuz.

Ambient ve New Age etkisinin aşikar olduğu Donkey Kong Country 2: Diddy’s Kong Quest müziklerinde en çok öne çıkan parçalar ise bana sorarsanız “Lost World Anthem”, “Forest Interlude” ve “Stickerbrush Symphony”. Özellikle “Stickerbrush Symphony” parçasını ayrı bir yere koymak lazım. Kanadalı genç DJ ve yapımcı Ryan Hemsworth, kendisini en çok etkileyen şarkılar arasında boşuna saymıyordur herhalde “Stickerbrush Symphony”yi!

The Last of Us


The Last of Us serisi, 2013’te başladığı yolculuğunda son yılların en etkileyici oyun serilerinden biri olmayı başardı. Bulaşanları birkaç saat içinde saldırgan yaratıklara dönüştüren bir salgının yaşandığı post-apokaliptik bir dönemde geçen serinin ilk oyunu, büyük kısmında kontrol ettiğimiz Joel karakteriyle bağışıklığı olan Ellie isminde bir genç kızın hikayesini konu ediniyordu.

Hikayesiyle oyun meraklılarının hayranlığını kazanan The Last of Us serisinin ilk oyunu, müzikleriyle de epey ses getirdi. Oyunun müziklerini, Arjantinli besteci Gustavo Santaolalla bestelemişti. Santaolalla, müziklerin büyük kısmını önceden notalara dökerek değil bizzat çalarak bestelemiş. Çalarken de hikayeyi aklından geçirmiş ve karakterlerin yaşadığı duygusal çatışmaları müziğe dökmeye çalışmış. Bunu da başardığı aşikar.

Oyunun yapımcısı Sony, müziklerin başarısını görmezden gelmedi ve Gustavo Santaolalla’nın The Last of Us müzikleri albüm olarak da yayınlandı.