WOODSTOCK ‘69: EN UNUTULMAZ KARŞI KÜLTÜR KONGRESİ

YAZAR CEM ÇOBANLI - [DOSYA] 50. YILINDA WOODSTOCK '69

Bundan tam 50 yıl önce, 15 – 17 Ağustos 1969’da, Birleşik Devletler’in New York şehrinin Bethel kasabası yakınlarında, yüzyıllar boyu unutulmayacak bir müzik olayı yaşandı. Çoğu henüz şimdiki kadar meşhur olmamış 32 rock ve folk müzisyeni, grubu orada sahneye çıktı. 400 bin küsur insanevladı toplumsal ve siyasal başkaldırısını ya da uyanışını orada müziğe döktü. Ancak o günlerin “müzik, aşk, barış festivali” Woodstock, belleklerde bir festival olmanın ötesinde bir anlam kazandı ve tüm müzikal zamanlara damgasını vuran, rüya gibi üç güne dönüştü.

 

Woodstock’a katılanlar “topraksız gençler”di. Çoğu kendilerini tanımlarken şöyle diyordu: “Siu yerlilerinin de toprağı yok. Onlar topraklarını kafalarında taşırlar. Biz de onlar gibi topraklarımızı kafalarımızda taşırız. Biz yabancılaşmış gençler ulusuyuz!” Binlerce genç, yıllar boyunca kendini “Ben Woodstock kuşağındanım,” diye tanımladı ve festival, rock müzik tarihinin zirvesine taşındı. Bu gezegenin tarihinde de bir daha böylesine çaplı bir müzik olayı yaşanmadı. Yıllar sonra, 1994’te düzenlenen ‘İkinci Woodstock’ta bile!..

Woodstock Festivali (tam adı ‘Woodstock Müzik ve Sanat Fuarı’), New York’un yaklaşık 150 km doğusundaki Bethel kasabası yakınlarında, White Lake’te mandıra sahibi çiftçi Maxwell Yasgur’a ait uçsuz bucaksız çayırlıkta düzenlendi. Ne var ki fesitvalin adı White Lake olmadı; çünkü başta yine New York yakınlarındaki Woodstock’ta yapılması planlanmıştı ve plandan sapılsa da festivalin adı aynı kaldı. Bir rivayete göre ise, Bethel sakinleri “kasabalarının adının kirletilmesini” istememişler!

 

Güya 60 – 70 bin kişi gelecekti! 

Festivali, en yaşlısı 27 yaşında olan dört genç girişimci, John Roberts, Joel Rosenman, Artie Kornfeld ve Mike Lang organize etmişti. Başlangıçta 60 – 70 bin kişinin geleceğini tahmin ediyorlardı. New York’un ‘yeraltı yayınları’nda ünlü müzisyenlerin adlarıyla reklam yapılmış ve Woodstock Festivali’nin bir barış ve müzik şöleni olacağı ilan edilmişti. Tahminlere göre 1 milyona yakın genç insan Woodstock’ta bulunabilmek için yollara dökülmüştü. Bunlardan yaklaşık 400 bini hedefe ulaşmış, diğerleri ise New York’la Bethel arasındaki tümüyle tıkalı, tek yönlü gidiş-geliş yolun bir yerlerinde kalmıştı. 

Bu dört genç müteşebbis 200 bin bilet bastırmışlar, 186 binini de satmışlardı. Lakin, daha ilk gün bu sayı misliyle aşılınca ve insanlar içeriye girebilmek için alanı çevreleyen kümes tellerini mecburen indirince, yine mecburen festivalin ücretsiz hale getirildiği anons edilecekti.

Richie Havens

Üç gün boyunca görevliler dışında kimsenin pek fark edemeyeceği bir yığın irili ufaklı arıza da yaşanacaktı. Sahneye çıkacak ilk grup Sweetwater’dı. Fakat 1 milyon kişinin yollara dökülmesi trafiği felç edince sahneye çıkış programı hayli aksamıştı. Zira pek çok müzisyen bölgeye ulaşamıyordu. Bunun üzerine organizatörler ilk akşam ilerleyen saatlerde sahneye çıkacak olan Richie Havens’ı erken çıkması için ikna ettiler. Richie 17.15’te sahneye çıktı, 8 parça seslendirdi ve defalarca bis yaptı, lakin Sweetwater hâlâ ortalıkta yoktu. Richie gitarını tıngırtatıp duruyordu. Birden aklına ortamın da ruhuna uygun “Freedom” sözcüğü geldi. Ve tamamen doğaçlama çalmaya başladı. Vakit doldurmak için o anda uydurulan bir parça, “Freedom”, sonraları neredeyse Woodstock’la eşanlamlı duruma gelecekti. Nihayet geç vakit Sweetwater gelebilmişti ama ya efsanevi saykodelikler Iron Butterfly?! New York LaGuardia Havaalanı’nda mahsur kalan elemanlar, organizatörlerden bir helikopter istemişlerdi. Çok kısa bir telgrafla cevap aldılar: “Fuck you!” Sırf trafik yüzünden, festivalde kadrolu oldukları halde sahneye çıkamadılar ve maalesef oradakiler (ve gelecekte bizler de) “In-A-Gadda-Da-Vid”nın Woodstock yorumundan yoksun kaldılar. Yine oradakiler ile ilgili bir talihsizlik daha şuydu: Woodstock’ta en yüksek parayı alan (18 bin dolar) Jimi Hendrix, son gün sabah 9 civarında sahneye çıktı. Fakat millet, “Aman köprü trafiğine kalmayayım!” dercesine telaşa kapılıp da geri dönmeye başlayınca, Jimi sahneye çıktığında alanda yalnızca 25 bin kişi kalmıştı. Ve o gidenler (bu sefer biz değil!) Woodstock’ın en tarihi anlarını, Hendrix’in “The Star-Spangled Banner” yorumunu kaçıracaklardı! Hazır söz paradan açılmışken, gelecekte koskoca olacak Santana Blues Band’in yalnızca 750 (yazıyla: yediyüzelli) dolar karşılığında sahneye çıktığını da belirteyim.

 

Bir ulusal marşı imha etmek: Hendrix’in “The Star-Spangled Banner” yorumu

Jimi Hendrix, Woodstock ’69 sahnesinde.

Woodstock, tam bir başkaldırıydı. 400 bin kişinin katıldığı bir nevi karşı kültür kongresi!..

O günlerde 26 yaşında olan efsanevi gitarist Jimi Hendrix, benzersiz tarzıyla, dinleyicilerin çoğu için tanıdık olan bir hikâyeyi anlatıyordu. Birleşik Devletler ulusal marşı “The Star-Spangled Banner”ı müzikal olarak imha ederek maskeyi düşürüyordu. Marş, Jimi Hendrix’in gitarında elektronik olarak yırtılıp parça parça ediliyordu. Uğultular, tıngırtılar, gök gürültüleri duyuluyor; çıkan sesleri kalabalıkta bombalar, avcı uçakları infilak ediyormuş hissi uyandırıyordu. Bu cehennemî müzik sadece Birleşik Devletler’in Vietnam’ı her gün bombalayışının değil, aynı zamanda kendi kendini tahrip edişinin de bir simgesiydi adeta. ABD, 50 yıldır yeryüzünün her yanına bomba yağdırıyor. Ne yazık ki geçen 50 yılda, parmaklarını ve yüreğini Jimi Hendrix gibi ustaca ve cesurca kullanan, gitarını konuşturan ve bir ulusal marşı ‘imha eden’ ikinci bir insanevladı daha çıkmadı bu dünya üzerinde; ne Afganistan ne de Irak ve Suriye bombalanırken… Bu yüzden, kutsal kitap diliyle söylemek icap ederse, “Başlangıçta Jimi vardı” demek isabetli olur.

 

Bir askeri helikopter, Woodstock festival alanı semalarında.

Sefalet değil mucize!

Gelelim, 400 bin kişinin üç gün boyunca neler yaşadığına, müzik dışında. Anlatmakla bitmez! Daha birinci gün olaylar denetimden çıkmıştı. Besin ve içme suyu ikmali organizasyonu darmadağın olmuştu, sağlık koşulları tam bir felaketti. En azından tıbbi danışmanlık olduğunu göstermek için helikopterle 30 kadar hekim ve hemşire getirilmişti. İkinci gün bir de şiddetli yağmur bastırınca bütün arazi çamur deryasına dönüşmüştü. Aslında en kötüsü, müzik dinlemek için gelen kitlenin çok büyük bir bölümü müziği hiç iyi duyamıyordu. Müzik tesisatı, sesi o kadar büyük bir alana uygun biçimde dağıtacak denli güçlü değildi. Fakat kimse bu olumsuzluklara aldırış etmiyordu, çünkü bu “Woodstock mucizesi”ydi. Herkes sakin davranıyor, mümkün olduğunca birbirine yardım ediyordu. İnsanlar “yukarıdan” gelen bir baskı ve zorlamayla değil, ‘alttakiler’in arasındaki sevgi, özgürlük ve dayanışmayla kendiliğinden bir birlik oluşturmuştu. 5 bin küsur tıbbi vakanın yaşanmasına, biri aşırı dozdan biri uyurken üzerinden geçen bir traktör yüzünden iki kişinin yaşamını yitirmesine karşın üç bebeğin orada dünyaya gözlerini açması da Woodstock kayıtlarına geçecekti.

Helikopter demişken! Sen kalk ülkenin politikalarına, düzene, otoriteye başkaldır, savaşa karşı çık ama Birleşik Devletler Hava Kuvvetleri (USAF) sana bir askerî helikopter tahsis etsin! Evet, bu da olmuştu Woodstock’ta. Bir USAF helikopteri masumane bir şekilde düzenli yiyecek içecek, tıbbi malzeme taşıdı durdu isyankârlara… O sıralarda aynı model başka USAF helikopterleri Vietnam’da masum çocuklara napalm yağdırıyordu.

 

‘Woodstock Ulusu’

Festival sonrasında genç insanlar arasında “Woodstock Ulusu” kavramı giderek yaygınlaştı, kabul gördü. Beat Kuşağı’nın önderlerinden Allen Ginsberg, festivali “önemli bir evrensel olay” olarak niteliyor ve şöyle diyordu: “Bu, bütün dünyadan genç insanları bir araya getiren, onları bir arada yaşamaya, herkesin kendi işiyle uğraşmasına fırsat tanımaya, kendi kendini ve diğerlerini yaşamaya yönlendiren bir güç. Giderek yayılan ve savaş çıkaranlar kuşağının kesinlikle anlayamadığı bir şey.”

Woodstock’u göklere çıkaran yalnızca muhalif yeraltı basını değildi. Burjuvazinin kimi büyük gazete ve dergileri de olumlu yazılara yer vererek Woodstock Kuşağı mitinin yerleşmesine katkıda bulundular. Artık o zamanın “havuz medyası” mı desem bilemiyorum, Birleşik Devletler’in çoğunluk yayın organı ise olayın müzikal görkemini görmezden gelip çamuru, çıplaklığı, uyuşturucuyu, alkolü ve tabii ki felç olmuş trafiği manşetlerine çıkardı.

Şimdi tam burada, festivalin, gizli ama belki de bir numaralı kahramanı mandıracı Maxwell Yasgur’u da rahmetle anmamız lazım. “Havuz medyası” ve “yalan” sözcükleri 50 sene önce de bir araya gelebiliyormuş meğer! Bu yalancılar, Max abimizle röportaj yapmışlar, güya demiş ki muhterem: “Çok pişmanım, Allah beni kahretsin e mi, niye bu işe girdim, arazimi mahvetti bu kendini bilmez serseriler!” O zamanlar, bizdeki teyit.org gibi bir şey henüz oralarda mevcut olmamakla birlikte yalancının mumu hiç yanmamış bile… Nitekim, Joe Cocker, henüz “With A Little Help from My Friends”e başlamadan önce sahnede dururken, bir ön şarkıcı gibi Max abimiz sahneye çıkmış ve karşısındaki binlerce kişiye hitap etmiş, “Ne iyi ettiniz de geldiniz, sağ olun var olun, ayağınıza sağlık olsun” mealinde tarihi bir konuşma yapmış. Nitekim muhterem eşi Miriam hanım da, Max’in ölümünden (1973) sonra verdiği bir mülakatta, arazileri için kendilerine ilk teklif geldiğinde çok heyecanlandıklarını ve Max’in, “Hanım, keşke biz de orada olsak” dediğini söylüyor. Bu arada Bethel kasabasının çoğu esnafı, o meşhur afişi dükkanlarının camına asmayı reddetmiş ayrıca Max’i de fena halde kınamışlar ve dışlamışlar.

Max Yasgur, Woodstock sahnesinde kalabalığı selamlıyor.

Neyse, bunları boşver diyerek ve bir Latin atasözünü, “Gerçek tarih yazılmayan, yazılamayan tarihtir”i yerinde anarak soralım: Bu gerçekten de eskimiş yanlış değer ve kavramları fırtına gibi aşacak bir kuşağın doğuş anı mıydı? Çünkü Woodstock’ta bulunanların çoğu ancak basında çıkan aşırı heyecanlı yazıları okuyunca ne kadar önemli bir olaya katılmış olduklarını anladılar; devrimden, altüst oluştan ve yeni bir toplumdan daha fazla söz etmeye başladılar. Oysa Woodstock’tayken pek çok kişi olayı heyecanlı bir haftasonu macerası olarak algılamıştı.

 

Göğü yere indirmek

Ancak, bir anda herkesin söz etmeye başladığı devrimin çanlarından biri yanlış bir ses çıkartıyordu: White Lake’te kimileri, ellerinde “Daha güzel bir Amerika yarat, uyuşturucu al!” yazılı pankartlarla dolaşıyordu. Dünyayı düzeltmeye çıkan gençlerin ve devrimcilerin pek çoğu gerçekten de bu yolla gökyüzünü yere indirmenin kolay olacağına inanıyordu. Kendini çok fazla zorlamaya gerek yoktu; bir hap atmak, bir cigara sarmak ya da eroin basmak yeterliydi ve dünya böylece güzel, rengarenk bir gökkuşağına dönüşecekti; bütün insanlar ömürlerinin sonuna kadar özgür ve mutlu olacaklardı! Bu, Woodstock, masallar ülkesi, nirvana ile cennet arasında bir yerlerdeydi.

Fakat dünya onların istediği gibi değişmedi, sadece beyinler yoğun biçimde uyuşturuldu ve uyuşturucuların etkisine girenler gerçeklikten koptular. Uyuşturucuların daha nelere yol açabileceği birkaç yıl sonra ortaya çıktı. Vietnam’da savaş suçu işleyen birçok Birleşik Devletler askerinin işledikleri suçlar sırasında uyuşturucunun etkisi altında olduğu saptandı. ABDli subayların, niçin Vietnam’da bulunduklarını sorgulamasınlar diye askerlerine kendi elleriyle uyuşturucu dağıttıkları anlaşıldı sonraları; masum insanları ‘acımasızca’ daha kolaylıkla katledebilsinler diye… 

 

68 Ruhu şişeye girmez

1969’un Woodstock’u, rock müzikle savaşa, her türlü dayatmacılığa ve “demokrasi ve özgürlük” ambalajıyla kitlelere yutturulmaya çalışılan kokuşmuş düzene karşı benzersiz bir başkaldırıydı; görünürde 400 bin ‘asi’nin ama aslında milyonlarca gencin ‘kolektif’ başkaldırısı… Bugünün ‘gazlı içecekli rock festivalleri’ ise kendine ve dünyaya yabancılaşanların sözümona bireysel başkaldırısından öte bir anlam taşımıyor ne yazık ki. 68 ruhu şişeye ya da kağıt bardağa doldurularak elde gezdirilecek, pazarlanıp satılacak bir şey değil çünkü. Bünye meselesi! 

Bir hatırlatmayla bu sayfayı çevirelim. Halkın Takımı’nın eskimeyen, sloganlaşmış bir marşı var, “Övünmekte çok haklıyız” diye başlayan. Bizim de övünmekte çok haklı olduğumuz, unutulmaz bir karşı festivalimiz, BarışaRock’ımız olmuştu vakti zamanında; nicel değil ama nitel ölçekte ’69 Woodstock’ına eşdeğer…

 

Woodstock ruhu hep bizimle olsun!

 

Not: Bu yazının bazı yerlerinde, 1993’te Korsan Yayın tarafından yayımlanan ve Gottfried Blumenstein’ın yazdığı Janis Joplin adlı kitaptan yararlandım.